DEMOKRAT
PARTİ DÖNEMİNDE İKTİDAR-MUHALEFET İLİŞKİLERİ (1950 - 1960)
Dr. Mustafa ALBAYRAK
ÖZET
Demokrat
Parti, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, liberal ve demokratik bir söylemle
kurulmuştur. Dört yıllık muhalefet döneminde, yirmi yedi yıl süren Cumhuriyet Halk
Partisi iktidarından özellikle bu savaş sırasındaki politikalardan rahatsızlık
duyanlarla, Türkiye’de daha çok özgürlük isteyen liberaller, basın mensupları,
aydınların bir bölümü, işçiler, kırsal kesimde yaşayanlar tarafından büyük bir
destek görmüştür.
1950 yılında yapılan genel seçimlerle iktidara gelen ve dört yıllık başarılı bir dönemden sonra, 1954 yılında büyük çoğunlukla iktidar olan DP, bazı iç ve dış sorunlar nedeniyle siyasi güç kaybına uğramış, 1957 yılında yapılan genel seçimlerden sonra ise özellikle muhalefetin baskıları, kurumlar arasındaki sorunları çözememesi nedeniyle, toplumsal çatışmalara engel olamamıştır... Demokrat Parti’nin her üç döneminde de iktidar muhalefet ilişkileri, kısa süren bahar havaları bir yana bırakılırsa, çok sert bir hava içinde geçmiştir.
1950 yılında yapılan genel seçimlerle iktidara gelen ve dört yıllık başarılı bir dönemden sonra, 1954 yılında büyük çoğunlukla iktidar olan DP, bazı iç ve dış sorunlar nedeniyle siyasi güç kaybına uğramış, 1957 yılında yapılan genel seçimlerden sonra ise özellikle muhalefetin baskıları, kurumlar arasındaki sorunları çözememesi nedeniyle, toplumsal çatışmalara engel olamamıştır... Demokrat Parti’nin her üç döneminde de iktidar muhalefet ilişkileri, kısa süren bahar havaları bir yana bırakılırsa, çok sert bir hava içinde geçmiştir.
GOVERNMENT-OPPOSITION
RELATIONS
DURING
THE DEMOCRAT PARTY YEARS (1950 -1960)
ABSTRACT
The
Democrat Party was established with a liberal and democratic rhetoric after the
Second World War. During the period of 4 – years opposition, the part enjoyed a
considerable support from the circles, which were not happy about the war-time
policies, freedom-requesting liberals of the country, the media, a large part
of intellectuals, workers and the rural people, against the 27 years –old government
of the Republican People’s Party (CHP).
The
Democrat Party came to power in 1950 elections, and after 4 years of successful
governance of the country, it further increased its votes in 1954. After facing
several domestic and external problems, the party lost some support due to
oppositional pressures, and was not able to prevent social conflicts because of
its inability to solve the inter-institutional problems. In all three periods
of incumbency, the government-oppositional relations have been rough, except
short periods blossoming optimism.
Key
Words : Adnan Menderes, Celâl Bayar, İsmet İnönü, Osman
Bölükbaşı, Republican People’s Party, Democrat Party, Freedom Party,
Party of the Nation, National Opposition Front, Motherland Front.
DEMOKRAT PARTİ
DÖNEMİNDE İKTİDAR-MUHALEFET İLİŞKİLERİ (1950-1960)
Türkiye’de
yeniden çok partili siyasal düzene geçildikten sonra, 7 Ocak 1946 tarihinde
resmen kurulan Demokrat Parti, dört yıllık başarılı bir muhalefet döneminden
sonra, 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan ilk serbest seçimler sonrasında iktidarı
devralmıştır. Ancak bu olay öncesindeki Türkiye’nin beş yıllık gelişme
çizgisini kısaca bilmekte yarar vardır.
Giriş
Türkiye’de,
yaklaşık olarak yirmi beş yıl boyunca iktidarda bulunan Cumhuriyet Halk
Partisi, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren büyük yenilikleri gerçekleştirmiş,
Türk devriminin her aşamasında yer almış, otoriter ve asker- sivil –bürokrat
işbirliğine dayanan bir yapısal görünüm sergilemişti. Bu parti 1945 yılında
yeniden çok partili düzene geçildiği zaman, bu yapısal görünümünü korumakta ve
adeta kendini devletle özdeş saymakta idi. Millî Şef İsmet İnönü döneminde
(1938-1946), özellikle İkinci Dünya savaşı’nın koşulları gereği toplumsal,
siyasal ve ekonomik anlamda uygulanan aşırı otoriter politikalar, toplumun
büyük çoğunluğunda bu partiye karşı olumsuz bir bakış açısının oluşmasına neden
olmuştu. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının, bu dönemde çıkardığı Millî
Korunma ve Varlık Vergisi Kanunlarının getirdiği müdahale ve sınırlamalar,
ekonomik yaşama egemen olan gayri millî burjuvazi ile yeni gelişmekte olan Millî
burjuvazinin rahatsızlığına neden olmuştur. Ayrıca bu dönem içinde yürürlüğe
konulan Toprak Mahsulleri Vergisi, Türkiye nüfusunun en büyük bölümünü
oluşturan ve zaten kendi geçimini sağlamaktan çok uzak olan köylü kesimine
büyük sıkıntılar yaşatmış ve bu kesimin tepkilerine neden olmuştu [1].
Bütün
bunların yanı sıra, polis yetki yasaları, basın üzerindeki sınırlamalar,
üniversite yasası, bürokratik baskılar, Cumhurbaşkanlığı ile Parti Başkanlığı
görevlerinin tek bir kişide toplanmasının yarattığı sorunlar, Toprak Reformu
Kanunu’nun büyük toprak sahiplerine yönelik olduğu yolundaki yanlış
algılamalar, 1950 öncesindeki seçim yasası ve 1946 genel seçimlerindeki
yolsuzluklar ve benzeri uygulamalar varolan olumsuzlukları arttırmıştı[2].
İktidar
partisi olan CHP, 1950 yılına kadar bu olumsuzlukları düzeltmek doğrultusunda
önemli bir çaba içine girmiş, başta basın yasaları olmak üzere anti-demokratik
olduğundan şikayet edilen, polis yetki yasası gibi bir çok yasaları ve bu arada
seçim yasasını değiştirmiş, Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri ve Millî
Korunma Kanunlarının uygulamalarına son vermişti. Ayrıca bazı kesimlerin
şikayet konusu ettikleri Köy Enstitüleri hakkında yeni bir düzenlemeye
gidilmiş, Ankara’da bir İlahiyat Fakültesi ve İmam-Hatip kursları açılmış,
ilkokullarda isteğe bağlı olarak din derslerinin okutulmasına karar verilmiş,
tarihi değeri olduğu gerekçesiyle bir çok türbe devlet törenleriyle ziyarete
açılmış, hatta ünlü ozan Nazım Hikmet Ran’ı kapsamı dışında bırakan bir genel
af yasasını çıkarmıştı. Bütün bunlara ek olarak Toprak Reformu yasasında-aradan
daha beş yıl bile geçmeden- büyük toprak sahipleri lehine önemli düzenlemeler
yapılmıştı. Dış politikada ise, Amerika Birleşik Devletleri merkezli bir
politika anlayışına yönelen iktidar, İsrail Devleti’ni tanımış, Uluslar arası
Para Fonu ve Dünya Bankası’na üye olmuştu [3].
Demokrat
Parti, İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği zorlukları hâlâ yaşamakta olan
otoriter bir tek parti yönetiminin yarattığı koşullar içinde kurulmuştur.
Demokrat Parti muhalefet yıllarında, dikkate değer bir mücadele vermiş, bu
mücadele kimi zaman iktidar partisi ile çok keskin virajların dönülmesi, kimi
zaman da uzlaşma yoluyla daha sakin bir ortamda yürütülmüştür. Demokrat Parti,
o yıllara kadar tek parti iktidarının görmezden geldiği, ya da zamansız olarak
algıladığı yukarıda sözü edilen bir çok soruna çözüm öngören önerilerini önce
programına koymuş, daha sonra da bu doğrultuda iktidar ile mücadele etmeye
başlamıştır. Örneğin; o zamana kadar üzerinde fazla durulmayan bireysel
özgürlükler, basın özgürlüğü, grev hakkı, bürokrasinin azaltılması,
anti-demokratik yasaların kaldırılması, ekonomik liberalizm, üniversite
özerkliği, özel girişime öncelik verilmesi, yabancı sermayeye önem verilmesi,
üretim hayatına devlet müdahalesinin azaltılması, devlete ait kurumların uygun
koşullarla özel kesime devredilmesi, gibi pek çok konu ön plana çıkarılmıştır.
Demokrat
Parti, beş yıl boyunca yaptığı muhalefet döneminde, Atatürk’ün son Başbakanı
olan Celâl Bayar ve bu partiyi tercih eden Millî Mücadele’nin tanınmış
simalarından, Örneğin; Mareşal M. Fevzi Çakmak, General Ali Fuad Cebesoy, Fahri
Belen, Ali İhsan Sabis gibi kişilerin yanı sıra; Atatürk’ün özel doktoru olan
Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, ünlü yazar Halide Edib Adıvar, Cumhuriyet Gazetesi
sahibi ve baş yazarı Nadir Nadi Abalıoğlu, gibi bir çok sivil aydını da yanına
alarak partisini güçlendirmiştir.
Demokrat
Parti, muhalefet döneminde kendi içindeki iç çekişmeleri ve radikal kişileri
de, büyük siyasi kayıplar pahasına partiden uzaklaştırmakta sakınca görmeyerek,
halka güven duygusu vermeye özen göstermiştir. Özellikle muhalefet
yıllarında “Hürriyet Misakı” ve “Millî Teminat Misakı” (*) ile gösterilen
direniş ve iktidar ile muhalefet arasında Cumhurbaşkanı İnönü’nün yayınladığı
12 Temmuz Beyannamesi bu güvenin oluşmasında etkili olmuştur.[4]
Bütün
bu önlemler 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde ürününü vermiş ve Demokrat Parti,
kurucularının bile beklemediği, % 53.59 oranında oy oranı ile 408 milletvekili
kazanarak iktidara gelmiştir. Bu genel seçimler sonrasında Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne, 69’u C.H.P.’den, 1’i Millet Partisi’nden ve 9’u da
bağımsızlardan olmak üzere toplam 79 muhalif milletvekili girebilmiştir [5] .
Başka bir deyişle, ilk serbest seçimler sonucunda TBMM’de, sözde çok partili
ancak siyasal güç anlamında tek partili bir yapı ortaya çıkmıştır.
Türk
siyasi tarihinde yaklaşık olarak on yıl boyunca devam eden bu süreçteki iktidar
muhalefet ilişkileri üç ana başlık altında incelenebilir.
I
– (1950- 1954) Döneminde İktidar-Muhalefet İlişkileri
Genel
seçimlerde büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ,
seçimlerden hemen sonra, 16 Mayıs 1950 Salı günü, Demokrat Parti Genel Başkanı
Celâl Bayar’ı Köşke davet ederek, kendisinden bir an önce hükümeti kurmasını
istemiştir. Zira genel seçimlerde Başbakan Prof. Dr. M. Şemsettin Günaltay
dışındaki kabine üyelerinin hiç birisi milletvekili seçilememiş, bu durum İnönü
ve arkadaşlarını çok üzmüştü. İnönü, belki de seçim sonuçlarından duyduğu hayal
kırıklığı nedeniyle, bir an önce iktidarı devretmek istemişti.
Demokrat
Parti Genel Başkanı Bayar, Cumhurbaşkanı İnönü’nün bu acelesi karşısında,
kendisine kısa bir süre izin verilmesini istemiş ve ardından da çalışmaya
başlamıştır. Cumhurbaşkanı adaylığı için basında çıkan haberlerin aksine, D.P.
Meclis Gurubu, 20 Mayıs 1950 tarihinde, oylamaya katılan 379 milletvekilinden
345’ini oyu ile Celâl Bayar’ın Cumhurbaşkanlığına seçmiştir [6].
22 Mayısta açılan Türkiye Büyük Millet Meclisinde ise 453 milletvekilinin
katıldığı oylamada, D.P. adayı Celal Bayar, 387 oy ile Cumhurbaşkanlığına, İçel
milletvekili Refik Koraltan da, 385 oyla TBMM Başkanlığına seçilmişlerdir [7] .
Cumhurbaşkanı
Celâl Bayar, Adnan Menderes’in, D.P.’nin kurucularından ve en önemli ideologu
olan Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü’nün Başbakan adayı yapılması yolundaki
ricası karşısında, basında beklenenin aksine, Başbakanlık makamına Köprülü’yü
değil de, Adnan Menderes’i tercih etmesiyle, önemli bir sürpriz yaşanmış
oldu [8].
Cumhurbaşkanı Bayar’ın bu tercihinin, Prof. Köprülü’de de büyük bir hayal
kırıklığı yarattığını anlamak çok zor değildir. Zira daha sonraki yıllarda
Cumhurbaşkanı Bayar, sürekli olarak hep “Başvekili Adnan Menderes”in
yanında yer alacak ve özellikle de 1955’ten sonra D.P. içinde başlayan düşünce
ayrılıklarını bahane eden Prof. Köprülü ise, bir süre sonra partisinden ayrılacaktı.
Zira bu ikili arasındaki ayrışma, beş yıllık süre içinde, bir zamanlar Bayar
ile İnönü arasındaki rekabet ile karşılaştırılabilecek kadar derinleşecekti.
Başbakanlığa
atanan Adnan Menderes, 51 yaşında, son derece hırslı, uzun yıllar Cumhuriyet
Halk Partisi içinde istediği yere gelemediğinden ötürü, İnönü’ye karşı bir
sempati duymayan, ancak oldukça önemli siyasi deneyim ve birikime sahip bulunan
bir kişilikti. Bu nitelikleri onun on yıllık iktidarı döneminde eski Genel
Başkanı İnönü ile olan ilişkilerinde belirleyici olacaktı.
Kendisine
görev verildiği gün, 22 Mayısta kabinesini açıklayan Başbakan Menderes’in
kabinesinde daha önceki dönemde aradığını bulamayan ve İnönü ile uzlaşamadığı
bilinen bazı isimlere de yer vermesi dikkati çekmekte idi. Örneğin; Mustafa
Kemal Atatürk’ün özel doktoru Prof. Dr. Nihat Reşat Belger Sağlık Bakanı, Refik
Şevket İnce Millî Savunma Bakanı, Emekli General Fahri Belen Bayındırlık Bakanı
olarak görev almışlardı [9].
Bu durum, iktidar-muhalefet ilişkilerinin ilerideki günlerde oldukça gergin
geçeceğinin ilk işaretleri olmuştur.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları alınır
alınmaz, C.H.P. lideri İnönü, Cumhurbaşkanı Bayar’ı kutlamış ve C.H.P. Grubu
da, D.P.’lilerin 1946’daki Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yaptıklarının
aksine olarak, Bayar TBMM’ne geldiği zaman ayağa kalkarak kendisini
selamlamışlardı [10].
Artık yalnızca partisinin Genel Başkanlığını değil, Gurup Başkanlığını da
üstlenen İnönü, Bayar’a gösterdiği sıcak ilgiyi, o günlerde yayınladığı
bildiride ;
“Vatanımızda
birlik ve düzenliğin kurulması bizim parti mülahazalarımızın
üstündedir” diyerek, genel seçimlerin sonuçlarına saygı duyulmasını
isteyecekti [11] .
Ana
muhalefet partisinde bu gelişmeler olurken, D.P.’de de, parti programına uygun
olarak *, Cumhurbaşkanlığı makamına getirilen Genel Başkan Bayar’ın yerine, 9
Haziran’da Başbakan Menderes seçilmiştir [12] .
Bu gelişme, Başbakanlık görevine atanan Adnan Menderes açısından ikinci önemli
adım olarak kabul edilebilir ki, onun parti içindeki konumunun giderek
güçlenmesinde sanılandan daha etkili olmuştur.
Demokrat
Parti Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes’in iktidarının ilk
günlerinde “devr-i sabık yaratmayacakları” yolundaki açıklamalarına
karşılık, ana muhalefet partisi C.H.P. lideri İsmet İnönü,“İktidardan tek
istediğimiz şey, bizim iktidarda iken verdiğimiz emniyetin bize
verilmesidir “ [13],
diyerek birbirlerine ılımlı mesajlar vermişlerdi.
Başbakan
Menderes, 28 Mayıs 1950 tarihinde, önce D.P. meclis Grubuna sunduğu hükümet
programında; tek partili dönemin politikalarını ağır bir dille suçlamış ve kendilerinin,
özellikle ekonomik anlamda serbest ve özel sektör ağırlıklı bir ekonomik
politika izleyeceklerini, üretimi arttırarak ülkenin refah düzeyini
yükselteceklerini, “üretim hayatını devletin zararlı müdahalelerden ve her
çeşit bürokratik engellerden kurtaracaklarını” , ana sanayiye yönelik
olanlar dışındaki devlet işletmelerinin, belli bir plan dahilinde özel sektöre
devredileceğini, devlet tekelciliğinin en aza indirileceğini, üretim artışını
engelleyen vergilerin yeniden düzenleneceğini, ziraî kredilerin arttırılarak
teknik tarıma geçileceğini, karayolu ve sulama işlerine önem verileceğini
belirtmiştir [14].
Başbakan aynı konuşmasında;
“İşçilere
içtimai nizam ve iktisadi ahengi bozmamak şartıyla grev hakkının verileceğini
“ , “Millete mal olmuş inkılâpların korunacağını”, “Tek parti
devrinden kalma anti-demokratik kanunların kaldırılacağını”, bürokrasi
üzerindeki baskıların yokedilerek, bu kesimin haklarının korunacağını, “ırkçılık,
irtica ve komünizm gibi aşırı akımlarla mücadele edileceğini” , dış
politikada ise Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İngiltere gibi büyük
devletlerle olan ittifaklara bağlı kalınacağını ve barışçı bir dış politika
izleneceğini açıklamıştır [15] .
Başbakan
Menderes’in hükümet programı daha parti meclis grubunda kendi
milletvekillerinin çok sert eleştirilerine uğramış, program üzerinde elliden
fazla milletvekili söz almıştır. D.P.’nin muhafazakar kanadına mensup olan bazı
milletvekilleri bu programın din, dil, irtica, ırkçılık, ezanın Arapça
okunması, Halkevlerinin yeniden düzenlenmesi, Müslüman devletlerle daha sıkı
işbirliğine gidilmesi gibi konulardaki yetersizlikler nedeniyle, programa
eleştirilerde bulunmuşlardır. Partinin daha liberal kanadına mensup olanlar
ise, bir an önce anti-demokratik yasaların kaldırılması, özel girişime daha
fazla yer verilmesi, daha önceki dönemde işkence yapan ve partizanca davranan
bürokratlardan hesap sorulması, ırkçılık, komünizm, irtica ve hayat pahalılığı
ile mücadele edilmesi, işçi haklarına öncelik verilmesi gibi konular üzerinde
programda eksiklikler olduğunu öne sürmüşlerdir [16] .
Başbakan
Menderes bütün bu eleştirilere verdiği yanıtta, bu konuşmaları yapan
milletvekillerinin sözünü ettikleri ayrıntılara girmemesinin nedenini, bu
konuları önemsemediğinden kaynaklanmadığını, hepsinin önemli olduğunu ancak bu
ayrıntıların yer alması durumunda hükümet programının, 300-500 sayfalık bir
kitap tutacağını, kendisinin bu şekilde uzun bir program yapmak yerine, daha
kısa bir programı tercih ettiğini söylemiştir. Başbakan aynı konuşmasında; “devr-i
sabık yaratmamak” cümlesine de açıklık getirerek, eski iktidar döneminde
“Kanunen sui(kötü) işlemi olan insanları ellerini kollarını sallayarak bu
memlekette dolaşmağa terk etmek…” gibi bir tutum içinde
olmayacaklarını, bu şekildeki bürokratların cezalandırılacağını, daha önceki
iktidar döneminde bir İlahiyat Fakültesi ile bir İmam-Hatip Okulu açıldığını
ancak bunların sayılarının arttırılacağını, ilkokullarda üçüncü sınıfa kadar
isteğe bağlı olarak okutulan din derslerinin, İlk ve Ortaokullarda zorunlu hale
getirileceğini, “dinin Komünizme karşı bir engel
olduğuna”inandıklarını ve Anayasanın değiştirilmesi konusunu ele
alacaklarını, Arapça’ya gereken önemin verileceğini
belirtmiştir. [17] .
Başbakan
Menderes, hükümet programını 31 Mayıs 1950 tarihinde TBMM’ne sunmuştur. Hükümet
programı üzerinde söz alan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu,
C.H.P. iktidarını sert bir dille eleştirdikten sonra, eski dönemden
kalma “Vatandaş ve insan haysiyet ve şerefine muhalif hak ve
hürriyetine muhalif bütün “ sınırlamaları kaldıracaklarını ifade ederek,
Menderes’in bu programını “Büyük bir inkılâp olduğunu gösteren tarihi bir
vesika” olarak nitelendirmiştir [18] .
Meclise D.P. listesinden giren İzmir milletvekili ünlü yazar Halide Edib Adıvar
ise konuşmasında, 14 Mayıs 1950 tarihinde alınan seçim başarısından övgüyle söz
ettikten sonra, ”14 Mayıs’ın Millî bayram Günü” ilan edilmesini
önermiştir [19] .
Hükümet
programı konusundaki görüşmeler 2 Haziranda giderek sertleşmiş, iktidar ile
muhalefet arasında karşılıklı ağır suçlamalar yapılmış, C.H.P. Grup Başkan
Vekili Faik Ahmet Barutçu’ya oturumu yöneten başkanın söz vermemesi, aynı
partiden Feridun Fikri Düşünsel’in tepki göstermesine neden olmuş, gerginliğin
daha da artması üzerine, C.H.P.’li milletvekilleri iktidarı protesto ederek,
meclis toplantı salonunu terk etmişlerdi [20] .
Daha ilk günlerde yaşanan bu protesto olayı, iktidar ile ana muhalefet partisi
arasında gelecekte çetin bir mücadelenin yaşanacağına işaret etmekte idi.
Millet
Partisi’nin tek temsilcisi olarak meclise giren Kırşehir milletvekili Osman
Bölükbaşı ise, C.H.P. iktidarını, belki de Demokratlardan daha ağır bir dille
suçlamış ;
“Uzun
seneler devam eden diktatörlük idaresini yıkmak için, Türk Milletinin beş
seneden beri yaptığı mücadele 14 Mayıs tarihinde tetviç edilmiştir… Milletin,
bu naçiz hizmetkârlarını milletin karşısında şahin durumuna sokan bu mevzuat
ortadan kaldırılmadıkça, demokrasi inkılâbı tamamlanmış olamaz..” [21] ,
diyerek yeni iktidara olan desteğini belirtmişti. Ancak Bölükbaşı’nın
beklentilerine uygun gelişmeler olmayınca, bu defa Bölükbaşı, iktidarın en sert
muhaliflerinden biri olacaktı.
Başbakan
Menderes’in ilk hükümeti TBMM’den 282 olumlu oyla güven almış, ancak bu
oylamaya muhalefetle birlikte katılmayanların sayısı 192’yi bulmuştur ki,
bunlardan 126’sı D.P. milletvekili idi [22].
Bu sonuç, Başbakan Menderes’i de kendi partisi içinde oldukça zor günlerin
beklediğini göstermekteydi. Kısacası; iktidar ile muhalefet arasında yaşanan bu
gerginlik, daha sonraki günlerde de sertleşerek devam edecekti.
Bu
gerginliğin yaşandığı günlerde eski C.H.P.’nin son Başbakanı Prof. Dr.
Şemsettin Günaltay, daha ilk günlerinde D.P. iktidarını “Diktatörlüğe
gitmekle” suçlamış, bu iktidarla “ölünceye kadar çarpışacağını” söyleyerek,
“aydın gençliği” hükümeti kınamaya davet etmişti. C.H.P. lideri İsmet İnönü
de, “iktidarı şiddet yolunda” olmakla suçlamıştı [23].
Bu gerginlik giderek tırmanırken, genel seçimlerin yapıldığı gün,
C.H.P.’nin kaybettiği yolundaki söylentileri üzerine, bazı generallerin Çankaya
Köşkü’ne giderek Cumhurbaşkanı İnönü’ye, “Bir emirlerinin olup, olmadığı’nı
sordukları yolunda basında haberler çıkmıştı[24].
İnönü tarafından yalanlanan [25],
haberin kaynağı olarak gösterilen Hürriyet Gazetesi Ankara Muhabiri Emin
Karakuş’un da anılarında doğrulamadığı [26] bu
haber, zaten ağır olan siyasi havayı daha da gergin bir hale getirecekti. O
günlerde subayların İnönü’ye gördükleri yerde sevgi gösterilerinde bulunmaları
ve selam vermeleri, bu şekilde bir söylentinin çıkmasında etkili olmuştu [27].
Bu
kuşkuların yaşandığı günlerde ortaya atılan başka bir iddia ise, durumun daha
da karmaşık bir hal almasına neden olmuştur. Bu olay, 5 Haziran 1950 tarihinde,
D.P. Ankara milletvekili Seyfi Kurtbek’in, büyük bir telaş içinde Başbakan
Menderes’e giderek, 8-9 Haziran gecesi askerlerin bir “hükümet darbesi” yapacaklarını
haber vermesi üzerine başlamıştır. Haberi alan Başbakan Menderes, hemen Çankaya
Köşkü’ne koşmuş ve durumu Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a iletmiştir [28].
Cumhurbaşkanı
ve Başbakan arasında geçen özel görüşmeden sonra, 6 Haziran’da, adeta orduda
bir “tasfiye” hareketi başlatılmış ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Abdurrahman
Nafiz Gürman, Askeri Şura’dan Orgeneral Salih Omurtak, Orgeneral Kâzım Orbay,
Orgeneral Hakkı Akoğuz başta olmak üzere, ordu üst kademesinden on beş
General ve Amiral ile 150 kadar Albay emekliye ayrılmışlardır [29] .
Bu darbe söylentilerinin gerçekliği bugüne kadar belgelendirilebilmiş değildir.
Ancak o günlerdeki bu söylentiler DP iktidarına, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
Cumhurbaşkanı İnönü’ye aşırı bağlı bir kadronun tasfiye edilmesi fırsatını
yaratmış olması bakımından önemlidir. Bu değişiklik ile Genelkurmay
Başkanlığı’na Orgeneral Nuri Yamut, İkinci Başkanlığa Korgeneral Şahap Gürler,
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na Vekaleten Muzaffer Göksenin atanmışlardır [30].
Bu değişiklikler sırasında Birinci, İkinci ve Üçüncü Ordu Komutanları da Yüksek
Askeri Şura’ya alınarak, yerlerine yenileri atanmıştır. Bu
değişiklikleri Millî Savunma Bakanı Refik Şevket İnce, “kanunların hükümete
verdiği yetkinin kullanılmasından başka bir şey olmadığı “ şeklinde
yorumlamıştır [31] .
Hükümetin
bürokratik kadroda da hızlı bir atama ve sürgün faaliyetine girişmesi,
muhalefet çevrelerinde tepkiye neden olurken, memurlar arasında da
tedirginliğin artmasına yol açmıştır. D.P.’nin muhalefet yıllarında
bürokratlardan zarar gördüğünü iddia eden pek çok kişinin bu konuda hükümete
şikayette bulundukları, o günlerin gazetelerinden anlaşılmaktadır . Başbakan
Menderes’in bu değişikliklerle ilgili olarak yapılan eleştirileri yanıtlarken,
C.H.P. ile işbirliği eden Valiler başta olmak üzere, öteki bürokratlar hakkında
gerekli cezaî işlemleri yapacaklarını açıklamasının hemen ardından [32],
11 Haziranda dokuz Valinin yerine yenileri atanmışlardır. Askeri ve bürokratik
kadrolarda yapılan bu değişiklikleri haklı bulan Cumhuriyet Gazetesi Sahibi,
Başyazarı ve D.P. listesinden Muğla bağımsız milletvekili seçilen Nadir Nadi
Bey, kendi köşesinde şöyle değerlendiriyordu;
“Bir
orkestrada bile Şef, tanımadığı ve güvenmediği sazları yenilemek imkânını daima
elinde tutar. Millete karşı büyük bir sorumluluğu olan parti ise, böyle bir
kaygıdan kendini nasıl âzade sayabilir?” [33].
Başbakan
Menderes’in, parti grubunda yaptığı konuşmasında, C.H.P. lideri İnönü’nün “teminat
isteriz” yolundaki sözlerine karşılık olarak;
“Bugüne
kadar memleketin hürriyetini elinden alan onlardır ve hürriyeti getiren
Demokrat Parti’dir…” [34]şeklindeki
suçlamaları, iktidar- muhalefet arasındaki gerginliğin giderek artacağının bir
başka işareti olacaktı.
Demokrat
Parti Meclis Grubu, hükümet programına uygun olarak, 1950 Haziranında Türk Ceza
Kanunu’nun Arapça ezan ve kamet okumayı suç sayan 526. maddesinin
değiştirilmesini ve bu eylemin suç olmaktan çıkarılmasını öngören değişikliği,
önce parti grubunda kabul etti. Bu değişikliği savunan milletvekillerine göre
bu kısıtlama; “bugün için faydasız” ve “laikliğe de münafi (aykırı)” [35] idi
. Demokrat Parti Grubunda bu değişiklik oy birliğiyle benimsendikten
sonra, 16 Haziranda TBMM’nde görüşüldü ve C.H.P.’nin de desteğini alarak
kabul edildi [36].
Günümüzde
hâlâ tartışma konusu yapılan bu yasağın kaldırılmasından hemen sonra, daha
karar resmen valiliklere bildirilmeden, imam ve müezzinlerin çoğu Arapça ezan
okumaya başlamışlardı [37].
Türk Ceza Kanunu’nda yapılan bu değişiklik, iktidar- muhalefet ilişkilerinde
sanıldığı kadar önemli bir gerginliğe neden olmamış, daha da ötesi, C.H.P.
Grubunun çoğunluğu; “Türkçe ezan okumanın bir hata olduğunu itirafa giderek,
demokratların önerisini özlemle onamaya” karar vermiş ve değişikliğe
olumlu oy kullanmıştı [38] .
1950-54
döneminde iktidar-muhalefet arasındaki ilişkileri etkileyen önemli gelişmelerden
biri de, ara seçimlerin bir yıl sonraya ertelenmesi ve yerel seçimlerde yaşanan
gerginlikler olacaktı. 13 Ağustos 1950 tarihinde Türkiye genelinde yapılan
muhtar seçimlerinde, D.P.’nin 19.052 muhtarlık, C.H.P.’nin 13.152 muhtarlık,
M.P.’nin ise 130 muhtarlık kazanmasının yarattığı tepkilerdir. D.P.’nin bu
seçimlerde büyük farkla kazanmasına karşın, iktidar yanlısı basın bu sonucu
yeterli bulmamış, örneğin; Son Posta’dan Selim Rağıp Emeç, 16 Ağustos 1950
tarihli “Müessif Bir Hadise” başlıklı yazısında D.P.’nin bu seçimleri
“ezici bir çoğunlukla kazanamamış olmasını “ eleştirmişti [39].
3
Eylül 1950 tarihinde yapılan Belediye seçimleri öncesinde ise, İnönü’nün “
siyasi emniyetlerinin tehlikede olduğunu ve memleketin baştan başa huzursuzluk
içinde yaşadığını “ açıklaması ve iktidarın TBMM’den izin almadan Kore’ye
asker göndermesini eleştirmesiyle yine siyasi ortam gerginleşmeye
başlamıştır [40].
Bu eleştirilere yanıt veren Başbakan Menderes, “Millî Şef hakkında halkın peşin
bir hükmü olduğunu” savunarak, İnönü’nün partisinin başarısızlığını olağan
bir sonuç olduğunu söylemiştir [41] .
Belediye seçimlerinde işi sıkı tutan Demokratlar, bu seçimlerde Türkiye
genelinde 600 belediyeden, 560’ını kazanarak, “ezici bir çoğunlukla”, yerel
yönetimleri ele geçirmeyi başarınca, Başbakan Menderes, seçim sonuçlarından
sonra basına verdiği demeçte ;
“Türk
Milleti, Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti; 3 Eylülde de
muhalefetten tasfiye etti… “diyerek, sonuçlardan duyduğu mutluluğunu dile
getirmişti [42] .
Aynı
yıl 15 Ekim 1950 tarihinde yapılması planlanan İl Genel Meclisi seçimlerinden
bir gün önce, Malatya Belediye Başkanı’nın, İnönü’nün resmini duvardan
indirmediği gerekçesiyle *, İçişleri Bakanı tarafından görevinden alınması,
iktidar ile muhalefet arasında zaten varolan gerginliğin daha da
tırmandırılmasında etkili olacaktı [43].
Bu gerginliğin tırmanmasında iktidar ve muhalefet yanlısı basın organlarının da
büyük payı olmuştur. Örneğin; bu olaydan önce Vatan Gazetesi Sahibi ve
Başyazarı Ahmet Emin Yalman, 12 Eylül 1950 tarihli yazısında İnönü’yü
“Moskova’ya ümit verecek” bir dil kullanmakla suçlayarak, şöyle yazmıştı; “Politika
ihtirasının uçurumuna sükûtu ani ve korkunç olabilir ve millete ihanet hududuna
bile varabilir. Bu istidat şimdiden belirmiştir…” [44].
Malatya
olayının ardından gazetesi Zafer Gazetesi Sahibi ve Başyazarı DP Ankara
milletvekili Mümtaz Faik Fenik ise bu olayı değerlendirdiği “Kazan mı
Kaldıracaklar?” başlıklı yazısında, C.H.P.’lilerin davranışlarını Yeniçeri
isyanlarına benzetmişti [45] .
İl
Genel Meclisi seçimleri öncesinde 9 Ekimde Ankara Radyosu’nda bir konuşma yapan
İnönü ise, muhalefetin çalışmalarının engellendiğini, yargıçların D.P. örgütünün
isteğine göre değiştirildiğini, muhalefetin hainlikle suçlandığını, devlet
radyosunun tarafsız davranmadığını ve seçim yasasının yargı güvencesinden
yoksun bırakıldığını iddia ederek, iktidarı suçlamıştır [46] .
İl
Genel Meclisi seçimlerinde D.P. yeni bir başarı kazanarak, 51 ilde tam
çoğunluğu sağlamış, bu illere bağlı 341 ilçede toplam 956 üyelik kazanmıştır.
C.H.P. ise 22 ilçede, 286 , M.P. de 6 ilçede 15 üyelik alabilmişlerdir [47] .
Bu seçimlerle D.P., genel seçimlerdeki başarısını daha da pekiştirmiştir.
Kazanılan
bu başarılara rağmen D.P., kendi içinde bazı sorular yaşamaya başlamıştır. Bu
sorunlar bazı kabinedeki Bakanların, Başbakan Menderes ile aralarındaki
anlaşmazlıktan kaynaklandığı anlaşılmakta idi. Başbakan ile Bakanları
arasındaki sorunlar çözülemeyince de, önce Millî Eğitim Bakanı Avni Başman
istifa etmiş, daha sonra da bu istifayı Sağlık Bakanı Prof. Nihat Reşat Belger,
Bayındırlık Bakanı Fahri Belen’in istifaları izlemişti [48].
Hükümet içinde yaşanan bu sıkıntılar, Başbakan Menderes’in, ilk kabinesini
kurmasının üzerinden daha bir yıl bile geçmeden, istifa etmesine neden
olacaktı.
İktidar
ile C.H.P. arasında yaşanan önemli sorunlardan birisi de dil konusunda
yaşanmıştır. D.P. daha önceki iktidar döneminde yaşanan dildeki özleştirme ve
Anayasa dilinin Türkçeleştirilmesinden rahatsızlık duyduğunu ortaya koymuştu.
TBMM’de 16 Kasım 1950 tarihinde dil konusu görüşülürken, bu rahatsızlığı dile
getiren D.P. Afyon milletvekili Gazi Yiğitbaş, C.H.P.’yi suçlayan şu sözlerle
suçlamıştı;
“Cumhuriyetçiliği
istibdatçılık, Halkçılığı kölecilik, Millîyetçiliği Millîyetsizlik,
devletçiliği inhisarcılık, lâyikliği dinsizlik olarak tatbik ve icra ettikleri
gibi, dilimizi de ıslah değil, ifsat ettiler…Bu şekilde bir fenalığı düşman
dahi yapmaz ve yapamazdı, bu adamlar birer dost birer mürşit gibi göründüler,
fakat birer müfsit gibi hareket ettiler. Adeta insanın, bu adamların kanından
ve Millîyetinden şüphe edeceği geliyor” [49] .
TBMM’de,
o güne kadar söylenen belki de en hakaret dolu bu sözler karşısında, C.H.P.’li
milletvekilleri Yiğitbaş’ı protesto etmek amacıyla bir defa daha meclis
toplantı salonunu terk etmişlerdi. Gerçi Yiğitbaş sözlerini geri almak zorunda
kalacak ve konuşmasının bu bölümü, meclis tutanaklarından çıkarılacaktı [50] ,
ancak C.H.P.’liler bu olay nedeniyle bir süre meclise gelememekte ısrar
edeceklerdi .
Demokrat
Parti iktidarının 1950 yılı yazında muhalefet ile arasının açan önemli
gelişmelerden biri de, TBMM’den onay almaksızın hükümetin Kore’ye asker
göndermesi olmuştur. Türkiye’nin, Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’na girme
umuduyla, TBMM’den onay almadan alelacele Kore’ye asker gönderme kararına,
muhalefetten çok sert tepkiler gelmiştir. Oysa C.H.P. hükümeti de, Türkiye’nin
NATO’ya katılmasını şiddetle desteklemiş, hatta bu amaçla son döneminde bir
başvuru da yapmış, ancak kabul edilmemişti [51].
Kore’ye askeri güç gönderme olayı, muhalefet partileri açısından siyasi malzeme
olarak kullanılmıştır. Zira konu TBMM gündemine gelseydi, iktidar partisinin
mecliste çok büyük bir çoğunluğa sahip olduğu düşünülürse, bu kararın geçmemesi
gibi bir durum söz konusu değildi. Öte yandan muhalefet de Kore’ye asker
gönderilmesine değil de, böyle bir formalitenin yerine getirilmemesinden
şikayetçi olmuştur. Zira Türkiye, daha İkinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren
zaten ABD ve Batı merkezli bir politika izlemeye başlamış ve bunun gereklerinin
de yapmaktaydı. Sorun, bir yöntem sorunundan ileri gelmiştir.
Demokrat
Parti ile özellikle CHP arasındaki ilişkilerde 1952 yılında en çok tartışma
konusu olan sorunlardan biri de Radyonun tarafsızlığı, Halkevlerinin
kapatılması ve CHP’nin mallarına el konulmasını kabul eden 5830 sayılı
yasanın kabul edilmesi olmuştur. Radyo konusunda CHP lideri İnönü, Trabzon’da
yaptığı konuşmada, “Partizan bir hükümet demokrasinin zehridir
!” diyerek, muhalefete karşı haksızlık yapıldığını öne sürmüş [52] ,
Başbakan Menderes ise, bu iddialara Manisa’dan verdiği yanıtta, eski meclisle
yeni meclisi kıyaslayarak, yeni meclisi, eski meclise göre adeta bir “Kâbe”ye
benzetmişti [53] .
Bu yıl içinde giderek artan siyasi gerginlik, özellikle Ulus ile Zafer gazeteleri
arasındaki sert yazılarla giderek tırmandırılacaktı. Zafer’in 6 Ekim 1952
tarihli “Millî Münafık Neler Söyledi?” başlıklı yazısında, İnönü’yü
İzmir’de yaptığı konuşması nedeniyle, “halkı ihtilâle teşvik ettiğini”
iddia etmesi, İnönü’nün 7 Ekim’de Manisa’daki konuşmasına bir grup D.P.’linin
müdahale ederek CHP binasının taşlaması ve bu olay sırasında polisin yavaş
davrandığı yolundaki iddialar taraflar arasındaki gerilimi artırmıştır [54].
Ayrıca İnönü’nün, yine Ege gezisinde, Balıkesir’e girmemesi konusunda Vali
tarafından uyarılması ve ana muhalefet liderinin bu kenti ziyaretinin
engellenmesi; Bursa’ya gitmek zorunda kalan İnönü’nün Bursa’da,
konuşacağı kürsünün DP’lilerce “gasp edilmesi” ve sonrasında çıkan olaylar,
muhalefet ile iktidar arasındaki ilişkileri gergin bir boyuta taşımıştır.
İnönü’nün, bu gerginliği daha da tırmandırmamak için, yurt gezisini yarıda
kesmek zorunda kalması, iktidar- muhalefet ilişkilerinde bir defa daha önemli
rahatsızlıklar yaratmıştır[55].
Aynı
yıl yasama dönemi başladığında ise, İnönü’nün TBMM’ne verdiği gensoru
önergesiyle iktidarı suçlaması; “ iktidarın vatandaşa zulüm yaptığını,
partizanca hareket ettiğini ve siyasi emniyetin sağlanamadığını “ [56] öne
sürmesi, Demokratlar tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Demokratlar tarafından
reddedilen gensoru önergesinden bir süre sonra Başbakan Menderes’in gerginliği
yatıştırmak için, Ankara İl Kongresinde “Muhterem Muhalefete el uzatıyorum
“ şeklindeki sıcak sözleri, her ne kadar partinin radikal kesimleri tarafından
olumlu karşılanmamışsa da, Başbakan bu tavrını 1953 yılı başlarında da
sürdürmeye, iktidar-muhalefet ilişkilerini germemeye büyük özen
göstermiştir [57] .
Menderes, 4 Ocak 1953 tarihinde yaptığı konuşmada da siyasi ortamı yatıştırmak
adına şunları söylemişti ;
“
Boğuşmalar devri sona ermelidir. Tahkir, tezlil ve her türlü tahrikleri sövüp
saymayı dahi mubah gören böyle mücadelenin devam edip gitmesi, ancak ve ancak
şuursuzluğu, basiretsizliği ve kötü niyeti memnun edebilir “ [58] .
Muhalefet
lideri İnönü’nün de bu çağrıya olumlu yanıt vermesi üzerine, kısa bir
süreliğine de olsa, iktidar- muhalefet ilişkilerinde bir “ Bahar
Havası “esmeye başlamıştır. Bu gelişmede, Vatan Gazetesi sahibi ve
başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın, Malatya’da aşırı İslamcı bir militan olan
Hüseyin Üzmez tarafından silahlı suikasta uğraması da etkili olacaktı. Bu kısa
dönemde bir süre için, gazeteler arasındaki restleşmelere de ara verilmiş,
Zafer Gazetesi bu dönemi “Demokrasimizde yeni bir devir açıldı” diyerek,
memnuniyetini belirtirken [59],
Ulus Gazetesi de Başbakan Menderes’in; Gaziantep’te CHP binasını ziyaret
ederek, partililerle sohbet ettiği haberine yer vermişti [60] .
Bütün bunlara ek olarak İnönü’nün, 21 Ocakta yaptığı konuşmasında, “her türlü
irtica” karşısında hükümete destek vereceklerini belirterek;
“Hükümet
aleyhine hareket etmek istidadında olan her teşebbüs Hükümet kadar Cumhuriyet
Halk Partisi’ni de yanında bulacaktır…“ şeklindeki sözleri, ortamın iyice
yatışmasını sağlamıştı. Ancak CHP lideri İnönü, bu ılımlı havanın
sürdürülebilmesi için, iktidardan Anayasanın eksik yanlarının tamamlanmasını,
seçim yasasının iyileştirilmesini, mecliste “murakabe cihazının
çalıştırılmasını”, anti-demokratik yasaların değiştirilmesini ve partizan
uygulamalara son verilmesini istemişti [61].
Ulus Gazetesi de iktidar ile muhalefetin “irticai
hareketler” karşısında işbirliğinden duyduğu mutluluğu dile
getirmişti [62].
Bu
olumlu gelişmelerin bir sonucu olarak, 1953 yılı bütçe yasasının kabulü
sırasında önemli bir gerginlik yaşanmamış, karşılıklı iyi niyet açıklamaları
yapılmış, DP’, CHP Grup Başkan Vekili Faik Ahmet Barutçu’nun Meclis İç Tüzüğü
ile ilgili değişik önergesini desteklemiş ve kabulünü sağlamış, daha da ötesi
Başbakan Menderes, Barutçu’nun, “radyonun muhalefet aleyhine yayın yapmaması”
yolundaki önerisine bile olumlu yanıt vermişti [63].
Bu olumlu ve ılımlı gelişmeler, o günlerin deyimiyle “Bahar Havası”, 11
Haziran 1953 tarihinde yapılan CHP Onuncu Büyük Kurultayı’nda da sürdürülmüş,
İnönü, D.P. iktidarının daha ılımlı bir dille eleştirmeye büyük bir özen
göstermişti [64].
Demokrat
Parti iktidarı ile Cumhuriyet Halk Partisi’ni 1953 yılında karşı karşıya
getiren, hatta 1950-54 dönemine damgasını vuran en önemli gelişme ise,
C.H.P.’nin mallarına el konulmasını öngören 6195 sayılı yasanın iktidar
tarafından TBMM’de gündemine getirilmesidir. Bu yasanın 1954 seçimlerinden önce
çıkarılması ise bir rastlantı sonucu değildi. Bu konudaki yasa tasarısı, ilk
olarak 9 Haziran 1953 tarihinde D.P. meclis gurubunda görüşülmeye başlanmış,
önergenin, D.P. meclis grubunda görüşülmesi sırasında söz alan Başbakan
Menderes, ana muhalefet lideri İnönü’yü, “memlekette bir kıyam
“ hazırlamakla suçlayarak, Halk Partisi’nin elindeki malların “ böyle
bir kıyamın silah ve cephanesi olarak kullanılacak kuvvetleri” olarak
gördüğünü açıklamıştı [65] .
CHP’nin, 15 Temmuz’da yayınladığı bir bildiriyle, Millet Partisi’nin
kapatılması konusunda iktidara karşı yönelttiği eleştiriler, Demokratları
kızdırmış ve 14 Kasım 1953 tarihinde Uşak’ta yapılan ara seçimlerin de CHP
tarafından kazanılmasına duyulan tepkiler ise, bu yasanın hızla gündeme
getirilmesine neden olmuştu. Söz konusu yasa önerisinin D.P. meclis
grubunda 17 Kasım’da ele alındığı gün yeniden söz alan Başbakan Menderes,
“CHP’nin parasal kaynaklarının çok, kendilerinin ise az olduğundan
yakınarak”, ana muhalefet partisinin en basit harcamalar için parti
örgütüne yüz binlerce lira gönderdiğini, parasal anlamda onlarla eşit şartlarda
mücadele edemediklerini, bu partinin“memleketi yutmuş, yed’i gasıplarına geçirmiş
olduğunu”, üstelik kendilerinden hesap sormaya kalktığını öne sürerek;
“Bizden
hesap soranlardan biz de ellerinde ne varsa toptan onların hesabını sormak
mevkiindeyiz…” [66]demişti
.
Bu
yasa ile ilgili olarak 8 Aralık 1953 tarihinde D.P. meclis gurubunda bir
konuşma yapan Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu ise, Başbakan’dan daha açık bir
dille konuşarak, amaçlarını şu sözlerle ifade etmekten çekinmemiş ;
“
Teklif ettiğimiz kanun tasarısı, C.H.P.’nin mevcut emlâkine top yekûn el
koymak, haksız iktisap olduğu için elinden almaktır, bu hal partiyi meflûç,
parasız hale getirmek siyaseten öldürmektir…Bu mallar gayri meşrûdur, haksız
iktisaptır. O halde, hatta haksız iktisabı üzerine almış, haksız tasarruflarla
mal elde etmiş olan bir siyasi teşekkülün felcine dahi müncer olsa, hakkın
yerine getirilmesi icabeder…” [67] demişti
.
Kısaca
söylemek gerekirse, Demokrat Parti iktidarının bu yasa ile muhalefeti siyaseten
felç etmek gibi bir amaçları olduğu konuşmalarından açıkça anlaşılmakta idi.
Bu
yasa tasarısının 9 Aralıktan itibaren mecliste görüşülmesi sırasında, iki
partinin Genel Başkanları ve milletvekilleri arasında karşılıklı olarak çok
sert tartışmalar yaşanacak, İnönü yasa tasarısının, “ruhiyle, metniyle,
her türlü usulüyle Anayasa’ya aykırı olduğunu” ve memlekette “hukuk dışı
bir rejimin kurulmakta olduğunu” [68] öne
sürecekti . D.P. Anakara milletvekili Abdullah Gedikoğlu’nun İnönü’ye
dönerek,“Sahtekâr, sahtekâr…! 1946’yı unuttun mu? “ şeklinde bağırması
üzerine ise, CHP milletvekilleri meclis salonunu terk etmişlerdi [69] .
İktidarın
hazırladığı bu yasaya, D.P.’li 341 milletvekili olumlu oy kullanırken, 120
milletvekilinin oylamaya katılmaması, aralarında Osman Bölükbaşı, Remzi Oğuz
Arık, Cezmi Türk, Tezer Taşkıran ve Hıdır Aslan‘ın bulunduğu
5 milletvekilinin ise olumsuz oy kullandıkları meclis tutanaklarından
anlaşılmaktadır [70] .
6195
sayılı yasa olarak kabul edilen bu yasaya göre; on gün içinde mallara ilişkin
bilgiler toplanacak ve “ kimin elinde olursa olsun”, CHP’nin bütün
mallarına el konularak, bu mallar hazineye gelir kaydedilecekti. Yasaya
aykırı davrananlar hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 276. maddesinin 1.
fıkrasındaki hüküm uygulanacaktı [71].
Ertesi günü Cumhurbaşkanı Bayar tarafından onaylanan yasa, 15 Aralık 1953
tarihinde yürürlüğe konularak, CHP’nin mal varlıkları hazineye devredilmeye
başlandı.
Ana
muhalefet partisi yöneticilerinden Prof. Dr. Nihat Erim
tarafından “Müsadere Kanunu” olarak adlandırılan bu yasa ile CHP’nin yayın
organı olan Ulus Gazetesi de kapatılarak, binasına el konulmuştur. Bu gazete
Ankara Denizciler Caddesindeki bir binaya taşınarak, adı “Yeni Ulus” olarak
değiştirildi ve sloganı da, CHP’nin “altı ok”u olarak kabul
edilmiştir [72].
Demokrat
Parti iktidarının 1953 yılında çıkardığı ve adına “Millî Selamet Kanunları”
denilen bir dizi yasa ile üniversite öğretim üyelerinin siyasetle uğraşmaları
yasaklandı. Vicdan ve Toplanma Hürriyeti Kanunu’nda yapılan değişikliklerle,
“idari makamlara ve polise toplantılarda bulunma hakkı” tanındı [73].
Bu
gelişmeler iktidar ile muhalefet arasındaki siyasi gerginliğin artmasında
olduğu kadar, 1954 seçimlerinde muhalefetin seçim başarısını da etkileyen en
önemli etken olmuş, iktidar ile muhalefet arasındaki siyasi mücadeledeki dört
yıllık dönem, bu yasaların kabulü ile yeni bir aşmaya girmiştir.
II- (1954-1957)
Döneminde İktidar-Muhalefet İlişkileri :
İktidar
ile muhalefet arasında 1953 başlarında esen “Bahar Havası” kısa
sürmüş,
1954
yılına sert ve soğuk rüzgarların estiği bir ortamda girilmiştir. Ayrıca bu yıl
içinde genel seçimlerin yapılması söz konusu olduğundan muhalefet, iktidara
karşı daha sert bir tutum almıştı. Gerek ana muhalefet Partisi CHP, gerekse
Millet Partisi’nin yerine kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi, siyasî ve malî
anlamda önemli bir güç kaybına uğradıkları için, bir yandan bu kayıplarını
gidermek, öte yandan da sarsılan yapılarını güçlendirmek için çaba büyük bir
harcamaya başlamışlardı.
Demokrat
Parti, 27 Ocak 1954 tarihinde Köy Enstitüleri’ni, “ehliyetli öğretmen
yetiştirmeğe elverişli olmadığı “ gerekçesiyle, Köy Öğretmen Okulları adı
altında yeniden düzenleyerek, bu enstitüleri kapatmak yoluna gidecekti [74].
CHP’nin son yıllarında zaten önemli bir darbe yiyen bu Enstitüler, bazı
çevreleri ve iktidarı fazlasıyla rahatsız etmişti.
Başbakan
Menderes’in önerisi üzerine DP grubu, 1954 seçimlerinin 2 Mayıs 1954 Pazar günü
yapılmasına karar vermiş sonra da, uygulamadaki seçim yasasının bazı maddeleri
değiştirilerek, 9 Martta 1954 tarihinde “yayın yolu ile ve radyo ile işlenecek
olan suçlara” daha ağır cezalar getirilmiş, basın davalarının Ağır Ceza
Mahkemeleri’nde görülmesini öngören 5680 sayılı yasada da önemli değişikliler
yapılması kabul edilmiştir[75].
Muhalefet
partileri de iktidarın aldığı önlemlere karşı bir seçim ittifakı yapmak
istemişlerse de, bu ittifak girişimi uzun süren pazarlıklardan sonra,
CMP’nin “her vilayette adayların iki partiden yarı yarıya gösterilmesi
konusundaki ısrarı yüzünden” , gerçekleşememiştir. 1954 seçim kampanyası
sırasında, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar da, üzerinde D.P. sembolü bulunan
bastonuyla yurt gezilerine çıkarak, D.P.’ye destek vermeyi ihmal
etmeyecekti [76].
Bu
seçimler öncesinde muhalefetin, iktidarı en çok eleştirdiği konular arasında;
yeni çıkarılan Yabancı Sermaye Yasası, radyonun taraflı yayınları, basın
yasasında yapılan kısıtlamalar, hayat pahalılığı, grev hakkının kabul edilmesi,
üniversitelerin özerkliği, TBMM’ne danışılmadan Kore’ye asker gönderilmesi ve
Petrol Yasası gibi konular ve uygulamalar yer almıştır [77].
Seçim gezileri devam ederken, İnönü’nün Mersin’deki konuşması sırasında,
konuştuğu mikrofonun telleri kesilmiş ve başka bir olayda da bindiği Jeepin
İskenderun plakalı bir otomobil tarafından parçalandığı yolunda basında
haberler çıkmıştır [78].
Bu gelişmeler, seçimler öncesinde iktidar- muhalefet ilişkilerinin giderek
gerginleşmesinde önemli rol oynamıştır.
İktidar
ile muhalefet arasında büyük bir gerginliğe neden olan 1954 genel seçimleri, 2
Mayıs 1954 Pazar günü yapılmıştır. Bu seçimlere katılım oranı, % 88.63
gibi çok yüksek bir orana ulaşmış, seçimlerde, DP oyların % 58.42’sini alarak
503 milletvekili çıkarmayı başarmıştır. Seçimlerde CHP % 35 oyla 31
milletvekili; CMP % 5.28 oy alarak 5 milletvekili, Bağımsızlar ise % 0.62. oy
alarak yalnızca 2 milletvekili çıkabilmişlerdir[79].
Bu sonuçlar ile mecliste adeta bir tek partili yapı ortaya çıkmıştı. Bu
sonuçların yarattığı siyasi yapı, iktidar partisini bazı demokratik olmayan
uygulamalar yapmasında etkili olacaktı.
1954
seçim sonuçları, nedenleri ne olursa olsun, DP iktidarı açısından çok büyük
başarı idi. Türk siyasi tarihinde, hiçbir siyasi partinin ulaşılamadığı bir oy
oranı ile iktidara gelen Başbakan Adnan Menderes, bu seçimlerden aldığı güçle,
1954-57 döneminde daha rahat hareket etmeye başlayacak, hatta tek parti
döneminden kalma bazı uygulamaları gündeme getirmekten çekinmeyecekti. Zira
1950-54 yılları arasında zaten çok bozuk olan iktidar- muhalefet arasındaki
siyasi dengeler, 1954-57 döneminde TBMM’de adeta bir tek parti egemenliğinin
oluşmasına neden olacaktı. Bu siyasi tablonun yarattığı, koşullar, Türk
demokrasisi açısından alınması gereken önemli derslerle doludur.
1954
seçimleri sonrasında TBMM, Cumhurbaşkanlığına 486 oy ile Celâl Bayar’ı, TBMM
Başkanlığı’na 489 oy ile Refik Koraltan yeniden seçmiş ve Cumhurbaşkanı Bayar,
üçüncü defa DP Genel Başkanı Menderes’i hükümeti kurmakla
görevlendirmiştir [80].
Başbakan
Menderes, 24 Mayıs 1954 tarihinde hükümet programını TBMM’ne sunarken yaptığı
konuşmada, muhalefetin demokratik olmayan mücadele yöntemlerinden şikayet etmiş
ve eski dönemin “şuursuz, yıpratıcı ve haysiyetsiz kavgalarıyla, yalan ve
iftiraya dayanan sözde siyasi mücadele usulleriyle devamına müsaade
etmeyeceğiz…” [81] diyerek,
kendilerine muhalefet tarafından yöneltilen bütün suçlamaları reddetmiştir.
Hükümet programında daha önce başlanan uygulamalara devam edileceğini
vurgulayan Menderes, 1954 seçimlerindeki büyük başarıyı, milletin daha önceki
hükümetin uygulamalarını “kayıtsız şartsız desteklediği” anlamında algıladığını
açıkça ortaya koymakta idi. Üçüncü Menderes Kabinesi, 26 Mayısta TBMM’den 491
olumlu oy alarak göreve başlamıştır [82].
Demokrat
Parti, hükümetin göreve başlamasından bir süre sonra, seçim yasasında bazı
değişiklikler öngören bir yasa tasarısını meclis gündemine getirmiştir.
Muhalefetin birleşme yollarını tıkayan ve bu tür girişimleri etkisiz kılmaya
yönelik bu yasa değişikliğini, 20 Haziran 1954 tarihinde bir bildiri
yayınlayarak eleştiren CHP, seçim yasasının “siyasi mücadelede muhalefet
aleyhine eşitliği bozacak “ koşullar taşıdığını iddia etmiştir [83].
İktidarın
yaptığı ilk işlerden biri de, kendisine bu seçimlerde oy vermeyen ve CMP lideri
Osman Bölükbaşı’nı milletvekili seçen Kırşehir ilini, milletvekillerinin
mazbatalarını almalarının üzerinden daha 48 saat bile geçmeden, ilçe haline
getirerek, Nevşehir iline bağlaması olmuştur. Türk siyasi tarihinde bezeri
görülmeyen bu değişiklik, özellikle Kırşehir milletvekili Osman Bölükbaşı’nın
çok sert tepki göstermesine neden olmuş, yine Kırşehir’den milletvekili seçilen
Osman Alişiroğlu ise tepkisini şu sözlerle ortaya koymuştu ;
“Bu
gidiş nereye? Elbette cevabını ben vereceğim. Dikta rejimine (soldan halt
etmişsin sesleri…) Dikta rejimine…” İktidar milletvekilleri tarafından
çok sert tepki gören bu sözler, Alişiroğlu’nun toplantı salonundan dışarı
atılmasına neden olacaktı [84].
Bu yasa değişikliğine, 549 milletvekilinden, yalnızca 259 olumlu oy
vermesi, 237 üyenin oylamaya katılmaması, 38 muhalefet milletvekilinin de red
oyu vermesi [85],
yasanın DP tarafından bile kabul görmediğini açıkça ortaya koymuştu.
Kırşehir
Yasası olarak bilinen bu yasa, daha 1954 yılından itibaren iktidar ile
muhalefet ilişkilerinin sertleşmesinde etkili olmuş ve daha sonraki yıllarda bu
yanlışlığın düzeltilmesine karşın, yasanın yaratığı tepkiler hiçbir zaman
tümüyle silinemeyecek, özellikle CMP lideri Osman Bölükbaşı, bundan sonraki
yıllarda, Menderes ile asla uzlaşamayacak ve DP iktidarına karşı en sert
muhalefet yapan parti lideri olacaktı.
Demokrat
Parti iktidarı, muhalefetin “Tasfiye Kanunu” adını verdiği bir başka yasayı da
1954 Haziran ayı içinde meclis gündemine taşımıştır. Bu yasaya göre; meslek
yaşamında yirmi beş yılını dolduran ve altmış yaşına gelmiş olan Danıştay,
Sayıştay, Yargıtay Üyeleri ile, Üniversite Öğretim Üyeleri, gerekli
görüldükleri takdirde, “res’en emekliye sevk edilebileceklerdi” [86].
Cumhuriyet
Halk Partisi Kars milletvekili Turgut Göle’nin; “İktidarın tek partiye
doğru gitmesi “ şeklinde değerlendirdiği bu yasa ile “İşten el
çektirilen kimselere, haklarında ittihaz olunan karara karşı hiçbir adlî, idarî
kaza merciine müracaat imkanı tanınmamakta” idi. Muhalefetin partilerine göre,
bu yasa Anayasaya ve demokrasi ilkelerine aykırı idi [87].
Bu yasa konusunda iktidarı destekleyen liberal eğilimli Vatan Başyazarı Ahmet
Emin Yalman bile, gazetesindeki “Yanlış Yoldasınız” başlıklı yazısı ile,
Başbakan Menderes’i uyarmak durumunda kalacaktı [88] .
Bütün eleştirilere karşın “Tasfiye Kanunu”, TBMM’de 33 olumsuza karşın, 344
olumlu oy ile kabul edilecekti [89].
Bu yasa ile iktidarın yüksek yargı organları ve üniversitelerdeki muhalif
görüşleri susturmak istediği, anlaşılmakta idi.
Bu
dönem içinde 1954 yılında yapılan ve katılım oranının % 67.15’e kadar düştüğü
muhtar seçimlerinde; DP 26.191 muhtarlık ve 53.968 köy ihtiyar meclisi üyeliği
kazanarak, başarısını sürdürmüştür [90].
Demokratlar, CHP’nin boykot ettiği 1955 yılında yapılan belediye ve il genel
meclisi seçimlerinde ise, 8.784 asil, 9.897 yedek üyelik ile asil üyeliklerin %
74.64’ünü, yedek üyeliklerin de 87.04’ünü kazanmışlardır. CHP’nin, seçimlere
katılmadığı halde, 17 asil ve 17 yedek üyelik kazandığı bu seçimlerde; Köylü
Partisi 262 asil, 257 yedek üyelik; Bağımsızlar ise 2.705 asil, 1.200 yedek
üyelik kazanabilmişlerdir [91].
Yerel
yönetimlerdeki bu olumlu sonuçlar, iktidarın giderek daha fazla güçlenmesinde
etkili olacak ve bu gücü arkasına alan Başbakan Menderes’in, “Basına İspat
Hakkı” nedeniyle , kendi partisi içinde belirmeye başlayan muhaliflere karşı
bile, çok sert önlemler almakta duraksama göstermeyecekti.
Başbakan
Menderes, partisinin bir zamanlar basın özgürlüğüne ne denli önem verdiğini
adeta unutarak, hükümetine karşı basının yönelttiği eleştirilere kısıtlamalar
getirmek amacıyla 1954 Martında Basın yasasında bazı düzenlemelere gitmiştir.
İktidar bu yasanın 36. maddesini değiştirerek, basın suçlarının Ağır Ceza
Mahkemelerinde görülmesini öngören bir yasayı kabul etmişti. Bu yasadan rahatsızlık
duyan ve aralarında üç eski Bakanın da yer aldığı on DP’li milletvekili, 2
Mayıs 1955 tarihinde “basına ispat hakkı tanınmasını öngören “ bir
yasa önerisini TBMM’ne sunmuşlardı. Bu milletvekilleri, basına ispat hakkının
verilmesini demokratikleşme doğrultusunda önemli bir adım olarak görüyorlardı.
DP’nin Üçüncü Büyük Kongresi öncesinde parti içinde patlak veren bu
muhalefetin öncülerinden olan Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Menderes’e
gönderdiği bir mektupta;
“Rejimin
hâlâ teminatsız olduğunu”, “bunun için de bir diktatorya olduğunu”, parti
içinde “Murakabe ve Meşveret olmadığını” ileri sürmüş ve Başbakanı ağır
bir dille suçlamıştı [92] .
Başta Başbakan Menderes olmak üzere, DP içinde önemli görüş ayrılıklarına neden
olan ve sonunda DP içinden yeni bir parti kurulmasına kadar giden bu muhalefet
hareketi, iktidar partisinde adeta siyasi bir depreme yol açmakla kalmayacak,
Üçüncü Menderes Hükümeti’nin istifa etmesinde etkili olacaktı. Ağırlıklı olarak
Demokrat Parti’nin basın ve akademisyen kökenli milletvekillerinin başlattığı
bu muhalefet hareketi, 20 Kasım 1955 tarihinde,
“ Hürriyet
Partisi” adı ile yeni bir partinin kurulmasında temel gerekçe oluşturacaktı.
Hürriyet
Partisi’nin kuruluşu ile bir zamanlar CHP’den ayrılan dört
milletvekilinin, “Dörtlü Takrir” ile DP’yi kurmaları örneğinde olduğu
gibi, bu defa da DP’den ayrılan ve bu parti içinde önemli konumlara sahip olan
isimlerin yer aldığı yeni bir parti daha muhalefete katılmış oluyordu. Hürriyet
Partisi, 1955-57 yılları arasında ana muhalefet partisi konumuna yükselerek,
içinden çıktığı DP’ye karşı çok sert muhalefette bulunacak, öteki muhalif
partilerle işbirliği konusundaki çalışmalara öncülük edecek, bu dönemde “Millî Muhalefet Cephesi”
kurulması yolundaki çabalara büyük destek verecekti.
Hürriyet
Partisi, ekonomik anlamda özel girişime öncelik ve ağırlık veren, karma ekonomi
anlayışını benimsediğini, ayrıca programında öteki partilere göre; “daha
çok sosyal adalet ve sosyal devlet kavramlarına yer veren ve bunları savunan
bir parti olduğunu” söylenebilir [93].
Bu dönemdeki kimi yazarlar bu yeni partinin, 1945 yılında CHP’den ayrılanların
kurdukları DP’nin yerini alacağını savunmuş [94],
kimi yazarlar ise bu partiyi bir “akademi manzarası” gösterdiği
gerekçesiyle eleştirmişlerdi [95] .
Her ne olursa olsun, Hürriyet Partililer uygun koşullarda, güçlü bir kadro ve
programla ortaya çıkmışlar ve eski partilerine karşı muhalefete başlamışlardı.
Ayrıca Hür. P., çok az sayıda bir milletvekili ile muhalefet yapmakta olan
muhalefet partilerine güç ve moral kaynağı olacaktı.
Hürriyet
Partisi’nin kuruluşu öncesinde DP’de yaşanan iç sorunlar, Hür.P.’nin
kurulmasından sonra bir süre daha devam etmiş ve Üçüncü Menderes
Kabinesi’nin, Başbakan Menderes dışındaki üyeleri, istifa etmek zorunda
kalmışlardır. Bu kabinenin istifa ettiği toplantıda Menderes, Grup
arkadaşlarının gücün belirtmek amacıyla ona seslenirken;
“(Siz)
isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz!…” demek zorunda kalmıştı [96].
Demokrat
Parti 1955 yılının sonunda yaşadığı bu iç krizi atlattıktan sonra kısa sürede
kendini toparlamış, 1954 öncesine göre daha katı bir muhalefet yapmaya
başlamıştır. Bu dönemde Hürriyet Partisi’nin de katılımıyla daha da güçlenen
muhalefet de eleştirilerini giderek arttırmıştır. Bu gelişmeleri denetim altına
almak isteyen iktidar ise, 1956 yılında basın yasasında önemli değişiklikler
yaparak, basına yeni sınırlamalar getirmiş ve basın yoluyla işlenen suçların
cezalarını ağırlaştırmıştır [97] .
DP iktidarı bu yasa ile, adeta basınla arasındaki tüm köprüleri atmış, bu
gelişmeler iktidara gelirken büyük desteğini gördüğü basın ile iktidarı karşı
karşıya getirmiştir.
DP
iktidarı 1955 yılından itibaren başlayan ve 1956 yılında giderek ağırlaşan
ekonomik sorunların basında yer almasından da büyük bir rahatsızlık duymaya
başlamış ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında, uygulanan Millî Korunma Yasasını,
cezaî koşullarını daha da ağırlaştırarak, 26 Haziran 1956 tarihinde yürürlüğe
koymuştur. Parti politika ve programlarıyla taban tabana zıt olan bu yasa ile
iktidarın amacı; piyasadaki mal darlıklarını ve karaborsayı önlemek, ekonomiyi
denetim altına almaktı [98].
Özel girişimde [U1] önemli
tepkilere neden olan bu yasanın uygulandığı dönemde Türkiye’de pek çok mal ve
hizmet karneye bağlanacak, çok sayıda tüccar ve küçük ticaret erbabı Millî
Korunma Mahkemelerinde yargılanacaklardı [99] .
1955 yılından itibaren başlayan ekonomik kriz, 6-7 Eylül Olaylarının yarattığı
gerginlikler, Üniversiteler ve Yüksek Yargı Kurumları konusunda iktidarın
izlediği politikalar ve basın üzerindeki denetimin arttırılması, iktidar-
muhalefet ilişkilerini yeniden gerginleştiren önemli etkenlerin başında yer
almıştır.
İktidarın
1956 yılında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ile topluma getirdiği yeni
sınırlamalarla ilgili yasa tasarısı TBMM’de görüşülürken, karşılıklı sert
tartışmalar yaşanmış, CHP, CMP ve Hür. P. liderleri; İnönü, Bölükbaşı ve
Karaosmanoğlu iktidarı gösteri ve toplantı özgürlüklerini yok etmekle
suçlamışlardır. Karaosmanoğlu’nun, iktidara yönelik hakarete varan
sözlerini geri almaması ve toplantı salonundan çıkarılması üzerine, bu üç
partinin milletvekilleri ve basın mensupları meclis toplantı salonunu terk
etmişlerdir [100].
Bu yasa ile muhalefete getirilen sınırlamaları anılarında eleştiren DP’li
Emrullah Nutku, bu yasayı “tek parti usullerinin bir kopyası” olarak
yorumlamaktadır [101].
Bu yasanın kabulü üzerine üç muhalefet partisi, CHP,CMP ve Hür. P., 8 Temmuzda
yayınladıkları bir bildiri ile “iktidarın kapalı bir rejim kurmak” ve demokratik
rejimi ortadan kaldırmak niyetinde olduğunu belirtmişler [102],
ancak bu bildiri Zafer Gazetesi tarafından “ehemmiyetsiz bir vesika”[103] olarak
hafife alınacaktı.
İktidarın
giderek muhalefet üzerindeki baskılarını arttırması, muhalefetin işbirliği
etmesi konusunu gündeme getirmiştir. Zira bu yasanın kabulünden sonra CHP Genel
Sekreteri Kâsım Gülek, Karadeniz gezisinde Rize’de, CMP lideri Osman Bölükbaşı
da bir yurt gezisi sırasında gözaltına alınmışlar ve her iki partili de polis
baskısına uğradıklarını iddia etmişlerdi [104].
Bu gelişmeler üzerine Hür. P., hükümet hakkında bir gensoru önergesi vermiş ve
konuyu meclis gündemine taşımış, ardından da parti lideri Karaosmanoğlu, 14
Eylülde yayınladığı bir bildiriyle, muhalefet partilerine işbirliği çağrısında
bulunmuştu [105].
Bu çağrıya uyan muhalefet partileri önce Ankara’da bir araya gelerek bir durum
değerlendirmesi yapmışlar, daha sonraki görüşmeler de CHP lideri İnönü’nün
İstanbul, Heybeliada’da Taşlık’taki yazlığında devam etmiştir [106].
Ancak muhalefet partilerinin işbirliği konusundaki bu girişimlerinden olumlu
bir sonuç alınamayacaktı. İktidar – muhalefet ilişkilerinde 1957 yılının ilk
aylarında kısa süren bir “Bahar Havası“ yaşanmışsa da, bu
“Yalancı Bahar” çok kısa sürmüş, Kırşehir ilçesinin il haline
getirilmesini öngören yasanın mecliste görüşülmesi sırasında söz alan CMP
lideri Osman Bölükbaşı, konuşmasında iktidara hakaret ettiği gerekçesiyle
tutuklanarak, Ankara Cezaevine konulunca, iktidar ile muhalefet arasındaki
ilişkiler daha da gergin bir durum almıştır [107].
“Millî
Muhalefet Cephesi”
Demokrat
Parti iktidarı, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, siyasi ve toplumsal
sorunların giderek artması üzerine, 1958 yılında yapılması gereken genel
seçimleri bir yıl öne alarak, 1957 yılında yapılmasına karar verince, muhalefet
partileri aralarında işbirliği yapmak için yeni bir girişimde bulunmak için
yeniden harekete geçmişlerdir. CHP lideri İnönü’nün girişimiyle başlayan bu
hareket önce uzlaşma ile başlamış ve her üç parti de, 21 Ağustos 1957 tarihinde
kamuoyuna yayınladıkları ortak bir bildiride, işbirliği konusunda
anlaştıklarını açıklamışlardır [108].
Bu gelişmenin
bir sonucu olarak “Millî Muhalefet Cephesi” nin kurulması yolunda
önemli bir adım atılmıştır.
Millî Muhalefet Cephesi üyeleri 4 Eylül 1957 tarihinde
yayınladıkları ortak bir bildiride; iktidara geldikleri takdirde, yargı
bağımsızlığı ve yargıç güvencesi, söz, basın, sendika ve toplanma özgürlüğü,
üniversite özerkliği, grev ve mesleki örgütlenme hakkı, idari konularda yargı
denetimi, tarafsız bir yönetim kurulması, anti-demokratik yasaların
kaldırılması, seçim sisteminin iyileştirilmesi, basına ispat hakkının tanınması
ve Anayasa değişikliğinin gerçekleştirilmesi, iki yıl içinde genel seçimlere
gidilmesi gibi konularda uzlaşmaya varıldığı açıklandı [109].
Yaklaşan
seçimler öncesinde, DP’nin en önemli ideologlarından ve kurucularından olan
Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, partisinden ayrılarak oğlu Orhan Köprülü’nün de
içinde yer aldığı Hür. P. Geçmiş ve bu geçişi sırasında yaptığı açıklamada ;
“Demokrat
Parti’nin eski hüviyetini tamamen değiştirdiğini” belirterek, “demokrasi
nizamına iman etmiş bütün vatandaşların, aralarındaki her türlü ihtilafları bir
tarafa atarak, bu gaye uğrunda işbirliği yapması bir vatan
borcudur…” [110] diyerek
halktan DP’ye oy verilmemesini istemişti .
Prof.
Köprülü, 27 Ekim’de Balıkesir’de yaptığı konuşmasında ise, Başbakan Menderes’i
ağır bir dille suçlayarak şunları söylemişti ;
“
Bu seçim mücadelesi; kanaatime göre, tek parti, tek şef sistemini yeniden
canlandırmak isteyen bir adam ve insana karşı koca bir milletin maddi ve manevi
işbirliğinin mücadelesidir ve bu şûur memleketin her tarafına
yerleşmiştir… “ [111].
Demokrat
Parti iktidarı bu gelişmelerden duyduğu rahatsızlık nedeniyle, 1957 genel
seçimlerinden önce seçim yasasını değiştirerek;
“Her
seçim çevresi için tespit edilecek milletvekili sayısının,1954 seçimlerinde bu
çevreler için tespit edilmiş bulunan milletvekili sayısından aşağı
olamayacağı…” [112] zorunluluğunu
getirdi . Bu değişiklik ile Köprülü’nün seçimlere katılması engellenmekle
kalınmıyor, muhalefet partilerinin işbirliği yolunda attıkları adım da sonuçsuz
bırakılmış oluyordu. Bu yasa değişikliği sırasında da mecliste iktidar ile
muhalefet milletvekilleri arasında kavgalar yaşanacak ve 1957 seçimlerine bu
gerginlik içinde gidilecekti.
III-
( 1957- 1960 ) Döneminde İktidar-Muhalefet İlişkileri
1957
genel seçimleri, iktidar ve muhalefet arasında yaşanan çok sert tartışmalarla
geçmiş ve seçimler 24 Ekim 1957 Pazar günü yapılmıştır. Bu seçimlerde, Türkiye
genelinde yaşanan olaylarda ölen ve yararlananlar olmuştur. Özellikle
Gaziantep’te çıkan olaylarda DP’liler ile CHP’liler arasında çatışmalar
yaşanmış, olaylarda biri komiser, birisi de çocuk olmak üzere, iki kişi
yaşamını yitirmiş ve çok sayıda yaralananlar olmuştur. Kentte yaşanan olayların
artması ve CHP’nin bir miting düzenlemesi üzerine Başbakan Menderes,
muhalefeti “ihtilâlci metotlarla çalışmakla” suçlamıştır [113].
Bu seçimler sonrasında, iktidar ile muhalefet arasında yaşanan kavga ve
tartışmalarda “ihtilâl” sözcüğü sık sık kullanılmaya başlamıştır. 1957
genel seçimlerinde DP’nin, 1954 seçimlerine göre, % 10.72 dolayında oy kaybına
uğradığı, oy oranının % 47.70’e düştüğü ve milletvekili sayısındaki azalmanın
da 79’u bulduğu, bütün bunlara karşın 408 milletvekili çıkarmayı başardığı
görülmekte idi. Bu seçimlerde % 40.82 oy alan CHP’nin milletvekili sayısının
31’den 178’e yükselmiş, CMP , Hür. P. ve Bağımsız adaylar da 4’er
milletvekilliği kazanabilmişlerdi [114].
Genel
seçimler sonrasında TBMM, 2 Kasım 1957 tarihinde Cumhurbaşkanlığına 413 oyla
üçüncü defa Celâl Bayar’ı, Meclis Başkanlığına da 404 oyla Refik Koraltan’ı
seçmiştir [115].
Bu seçimlerdeki oylamada DP’nin fire vermemesi- bir kaç oy dışında- dikkati
çekmektedir. Başbakan Menderes’in yeni kabineyi kurması çok uzun bir zaman
almış, DP grubunda konuşan milletvekilleri, özellikle ülkedeki hayat
pahalılığının seçimler üzerindeki olumsuz yansımalarından söz etmişler,
siyasetle uğraşan memurlar ve üniversiteler için gerekli önlemlerin alınması,
Millî Korunma Kanununun yeniden elden geçirilmesi, basınla ilgili yeni
düzenlemelere gidilmesi, TBMM iç tüzüğünün değiştirilmesi, gibi konular
üzerinde durmuşlardır [116].
Bunlar, DP’nin 1957-60 döneminde üzerine ısrarla eğildiği ve muhalefet ile
aralarında önemli sorunlar yaratan konuların başında yer alacaktı.
Başbakan
Adnan Menderes uzun bir bekleyişin ardından, 24 Kasımda hükümet programını
radyodan açıklamış, ancak 4 Aralıkta meclise sunabilmiştir. Hükümet
Programının görüşmeleri sırasında, muhalefetin hükümet programını incelemek
amacıyla süre istemesi, bir defa daha DP’lilerin oylarıyla reddedilmiştir.
Programla ilgili olarak söz alan CHP lideri İsmet İnönü, iktidarı devlet
radyosunu ve devlet olanaklarını seçimlerde kendisi için kullanmakla, dini
siyasete alet etmekle ve muhalefete karşı acımasız davranmakla
suçlamıştır [117].
Beşinci Menderes Hükümeti TBMM’den 403 milletvekilinin olumlu oyu ile 4
Aralıkta güven almış, ancak 6 Aralıkta yapılan meclis toplantısında, oturum
çıkan olaylar yüzünden, yalnızca“otuz saniye” devam edebilmiş, TBMM Başkan
Vekili Fikri Apaydın toplantıyı, 9 Aralık 1957 tarihine ertelemek zorunda
kalmıştır [118].
Bu başlangıç, gelecekteki günlerin iktidar ve muhalefet açısından daha zor
koşullarda geçeceğinin açık bir belirtisi olacaktı. Zira TBMM’deki muhalefet
partilerinin milletvekillerinin sayısı toplam olarak 186’yı bulmuş ve
muhalefetin sesi daha güçlü çıkmaya başlamıştı.
Beklendiği
gibi bu dönemde muhalefet iktidara karşı daha sert bir tavır alacak, DP
iktidarı da muhalefeti etkisizleştirmek amacıyla, yeni önlemler alma yoluna
gidecekti. Bu düzenlemelerden ilki 12 Aralık 1957 tarihinde TBMM’nin iç
tüzüğünün değiştirilmesi olmuştur. Bu tüzük değişikliğine göre; Mecliste toplam
milletvekili sayısının % 1’i oranında üyesi olmayan partiler, mecliste grup
kuramayacaklardı ki, buna göre; Hür.P. ve CMP’nin grupları ortadan kalkmakta
idi. Komisyon toplantılarında sükuneti bozan milletvekilleri önce uyarılacak,
daha sonra oturumu terk etmeleri istenecek, görüşmelerde grup adına grup
başkanı veya sözcülerinden biri bir defa söz alabilecek, görüşmelere
başlanabilmesi için çoğunluk koşulu aranmayacaktı. Ayrıca Bakanlar gerekli
gördükleri takdirde açıklama yapmamak hakkına sahip olacak, sözlü sorular
yalnızca Cuma günleri yanıtlanacak ve her soruyu yanıtlama süresi beş dakikayı
geçemeyecekti. Aynı değişikliğe göre, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
daha kolay kaldırılabilmesi ve iç tüzüğe aykırı hareket edenlere uygulanan para
ve meclis oturumlarına katılamama cezaları arttırılmakta idi [119].
Bu sınırlamalara, özellikle CHP’den sert eleştiriler yapılmıştır. Başbakan
Menderes ise, yeni düzenlemelerin ,“Meclisi her türlü saldırılardan korumak
adına olduğunu” söyleyerek, değişiklikleri savunmuştur [120].
Bu arada üniversitelerden de Tüzük değişikliğine bazı eleştiriler olmuş,
örneğin; bu değişikliği eleştiren Anayasa Profesörü Hüseyin Naili Kubalı Millî
Eğitim Bakanlığı emrine alınmıştı [121].
1957
yılı sonuna doğru bir önemli gelişme de, ordu içinde iktidardan rahatsızlık
duyan bir bölüm genç subayın kurduğu gizli örgüt üyelerinden Binbaşı Samet
Kuşçu’nun örgüt arkadaşlarını, Tümgeneral Kâzım Demirkan aracılığıyla, Millî
Savunma Bakanı Namık Gedik’e, hükümet darbesi yapılacağı yolunda bir ihbarda
bulunması olmuştur. Bakan Gedik’in bu ihbarı, Başbakana iletmesi üzerine, örgüt
hakkında derhal bir soruşturma başlatılmış ve Binbaşı Kuşçu’nun ifadesi
doğrultusunda dokuz subay göz altına alınmışsa da, Kuşçu’nun iddialarını
kanıtlayamaması nedeniyle, ihbar edilen bu subaylar serbest bırakılmıştır.
Tarihimizde “Dokuz Subay Olayı” diye anılan bu olayda, Binbaşı Kuşçu ihbarı
belgelendiremediğinden, iktidar 1950 ihbarında yaptığı gibi, orduda bir tasfiye
hareketine girişmemiştir. İktidarın bu tutumu, böyle bir tasfiye hareketinin
askeri çevrelerde bir huzursuzluğa neden olabileceği kaygısından çok, Başbakan
Menderes’in yüksek rütbeli subaylara olan güveninden kaynaklandığı
söylenebilir. Bu yündendir ki, Başbakan Menderes, ihbarın üzerine gitmemiştir.
Ancak, daha sonra bu olayda göz altına alınan subayların, 1960 darbesinde
önemli roller aldıkları düşünülürse, iktidarın bu defa yanıldığı ve olayın
üzerine gitmemekle ne denli büyük bir yanlışlık yaptığı anlaşılacaktı.
Soruşturma sonucunda gözaltına alınan dokuz subay serbest bırakılmış, ABD
Büyükelçiliğine sığınan Binbaşı Kuşçu da “gerçek dışı ihbar”dan dolayı
tutuklanarak, iki yıl ceza almış ve cezaevine konulmuştur [122].
Başbakan Menderes bu olaydan sonra, Millî Savunma Bakanlığına en çok
güvendiği adamlarından Ethem Menderes’i getirmiş;
“Ordunun
kendisine karşı bir darbe yapacağına inanmamış” ve tam tersine “ordunun
kendisiyle beraber olduğunu” ve “ karşısına çıkabilecek her türlü engele
karşı koyacağını” açıklamıştır [123].
Başbakanın bu açıklaması, o günlerdeki ordu üst komuta kademelerine duyduğu
güveni yansıtmakta idi. Ancak ordu içindeki gizli komite, sonraki günlerde de
çalışmalarına ara vermeyecek, daha temkinli ve daha etkin bir şekilde bu
çalışmalarını sürdürecekti.
1958
yılında siyasi ortamı gerginleştiren önemli gelişmelerden biri de, CHP’nin 5
Martta TBMM’ne bir gensoru önergesi vererek, 1957 genel seçimlerinde
yolsuzluklar yapıldığı, radyonun yasalara aykırı olarak DP’nin propaganda aracı
olarak kullanıldığı, devlete ait araçlardan seçimlerde yararlanıldığı, seçmen
kütük ve listelerinde tahrifat yapıldığı, oy verme gününden önce Adalet
Bakanlığı’nın yayınladığı bir bildiriyle mahkemelere karıştığı, seçim güvenliğini
bozduğu gibi gerekçelerle, Başbakan Menderes hakkında meclis soruşturması
açılmasını istemesi olmuştur [124] .
Daha sonraki günlerde CHP’nin verdiği soru ve gensoru önergelerinin sayısı 60’ı
bulacak, ancak bunların hepsi de, iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla
mecliste reddedilecekti [125].
Bu arada Ulus Gazetesi’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Nutku’nu yayınlaması
da iktidarın tepkilerine neden olacaktı. Zira iktidar bu yayınlar
karşısında, “muhalefetin memlekette bir isyan havası yarattığını” iddia
edecek, bu durum iktidar- muhalefet ilişkilerini daha da gerginleştirecekti [126].
1958
yılında iktidar- muhalefet arasındaki gerginlikleri tırmandıran bir başka
gelişme ise, 14 Temmuzda komşumuz Irak’ta bir ihtilâl ile krallık yönetiminin
yıkılarak, Sovyet Rusya yanlısı yeni bir yönetimin kurulması olmuştur. Bu
gelişmeyi iktidarı eleştirirken değerlendiren CHP Genel Sekreteri Kâsım Gülek,
aşağıdaki sözleriyle iktidara adeta gözdağı vermeye çalışmıştı ;
“Irak’ta
son hadiseler neticesinde ölenler bizimkilerin akıl hocası idi. Onlar Irak’ta
yaptıklarını bizimkilere tavsiye ederlerdi. Partilerden mi şikayetiniz var?
Kapatın gitsin, basından mı şikayetiniz var? Susturun gazeteleri olup bitsin,
derlerdi. Onların büyük akıbeti (bizimkilere) ders olmalıdır…” [127] .
Bu
gelişmeden sonraki günlerde iktidar- muhalefet arasındaki
ilişkilerde “ihtilâl”, sözcüğü neredeyse hemen her gün sıklıkla kullanılır
hale gelecekti.
1958
yılında DP iktidarı gerek iç, gerekse dış sorunların yarattığı ağır baskıların
altında ezilmişti. Bir yandan iki yıldan beri artarak devam eden ekonomik
sıkıntılar, karaborsa, döviz darlığı, mal sıkıntıları, hayat pahalılığı, basın,
Yüksek Yargı ve Üniversite ile olan anlaşmazlıklar, muhalefetin baskıları ; öte
yandan Kıbrıs sorunu, 6-7 Eylül Olaylarının etkileri, Irak İhtilâli nedeniyle
Bağdat Paktı’nın ortadan kalkması gibi gelişmeler ve ordu içinde genç
subayların iktidardan rahatsız oldukları yolundaki haberler, iktidarı iyice
bunaltmış ve siyasi gerginliği doruk noktasına çıkarmıştı. Gerçi ekonomik
sorunların bir bölümü, 4 Ağustosta Uluslar arası Para Fonu ile yapılan ve adına
“İstikrar Programı” denilen uzlaşma ile belli bir çözüme bağlanmıştı. Bu
anlaşma sonrasında, başta ABD olmak üzere, Avrupa ülkelerinden önemli ölçüde
kredi desteği ve yardım sağlanabilmişti. Ancak Türkiye’ye önemli kısıtlamaların
getiren bu program, o günlerde hükümete rahat bir nefes aldırmışsa da, iktidar-
muhalefet arasındaki gerginliğin artarak devam etmesine engel olamamıştı. Gerek
iktidar ve muhalefet liderleri arasında, gerekse her iki tarafın basın
organlarında “ihtilâl” kavramı daha da sık kullanılmaya devam etmiş, her
iki yan birbirlerini ihtilâlcilikle suçlamışlardır.
Başbakan
Menderes, bu dönemdeki hemen her konuşmasında, CHP lideri
İnönü’yü “ihtilâlcilikle ya da ihtilâlci metotlar kullanmakla” suçlarken,
İnönü de iktidarı muhalefete baskı yapmakla ve demokratik olmayan yöntemlerle
hareket etmekle suçlayarak karşılık verecekti [128].
Bu yıllarda bir defa daha yeni bir “Bahar Havası”nın yaşanamaması, toplumdaki
siyasal ayrışmayı giderek arttırmış ve toplumdaki uzlaşmazlıklar giderek
derinleşmiştir.
MİLLİ MUHALEFET
CEPHESİ’NE KARŞI
VATAN CEPHESİ
KURULUYOR
1958
yılında iktidarın muhalefete karşı katı uygulamaları karşısında muhalefet, güç
birliği etme yolunda yeniden harekete geçmiştir. Bu adımlardan ilki, CMP ile Köylü
Partisi’nin birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını alması
olmuştur. İkinci olarak, Hür.P. de, CHP ile birleşerek, siyasi varlığını
bu partide sürdürme kararı almıştır. CHP’nin girişimleriyle yeniden
canlandırılan “Millî Muhalefet Cephesi”ni kurma çabalar ise, iktidarda önemli
bir rahatsızlık yaratmış, bu rahatsızlık Başbakan Menderes’in, “Vatan
Cephesi”nin kurulmasını gündeme getirmesinde etkili olmuştur. Menderes,
12 Ekimde Manisa’da yaptığı konuşmada;
“
Politika ve ihtirastan vareste vatandaşların kin ve husumet cephesine karşı
Vatan Cephesi” nde birleşmelerini istemiştir [129]. Bu istek kısa süre sonra yerine
getirilerek, “Vatan Cephesi” kurulmuştur.
Demokrat
Parti iktidarının son iki yılı adeta, “Millî Muhalefet Cephesi” ile “Vatan
Cephesi“ arasında bir siyasi savaşa dönüşecekti. Başta devlet radyosu olmak
üzere, iktidar yanlısı basın da bu gelişmelerde önemli rol oynamıştır.
Karşılıklı bu tahrikler, yalnızca siyasi parti ve gruplar ile sınırlı kalmamış,
toplumun bütün kesimlerine de yansımıştır. Toplum adeta “iktidar
yanlısı”, “iktidar karşıtı” olmak üzere, iki cepheye ayrılmıştır. Bu
dönemde iktidarın siyasi gücüne dayanarak, TBMM’ni yeterli düzeyde
çalıştıramaması, ya da bunun muhalefet tarafından engellenmesi, siyasi
gerginliğin artarak devam etmesine neden olacaktı.
Ana
muhalefet partisi CHP’nin, 12 Ocak 1959 tarihinde toplanan On Dördüncü Büyük
Kongresi’nin yayınladığı “İlk Hedefler Bildirisi” de iktidarın tepkilerine
neden olacaktı. Zira bu bildiriyle CHP ; anti-demokratik yasa, yöntem, düşünce
ve uygulamaların kaldırılmasını; yeni bir anayasa yapılarak bu anayasa ile halk
egemenliği, hukuk devleti anlayışı ve sosyal adalet ilkelerine önem
verilmesini; hiçbir ayrım gözetmeden herkese bireysel ve toplumsal
özgürlüklerin sağlanmasını, Devlet Başkanlığı makamının tarafsız hale
getirilmesini, yasama organının güçlendirilmesini, ikinci bir meclisin
kurulmasının, mahkeme bağımsızlığı yargıç güvenliğinin garanti altına
alınmasını, yönetimin tarafsızlığının sağlanmasını, sosyal devlet anlayışının
uygulanmasını; seçimlerin serbest, eşit ve dürüst şartlar altında yapılmasını
ve nispi temsil yönteminin benimsenmesini, ispat hakkı ve mal beyanının zorunlu
hale getirilmesini istemekte idi. Ayrıca bu bildiride; meclis içtüzüğünün
değiştirilerek, meclis başkanlığı makamının yansızlığının sağlanması,
milletvekillerinin söz özgürlüğü ve dokunulmazlığı, soru, gensoru, meclis
soruşturması gibi kurumlara gerçek kimliklerinin kazandırılması
öngörülmekteydi [130].
Bu
bildiri, Demokrat Parti’nin muhalefette iken, CHP’den isteklerini içeren “Millî
Teminat Misakı”nı hatırlatmakla beraber, çok daha kapsamlı idi. Bu bildiride
sözü edilen konuların önemli bir bölümü, 1950-59 yılları arasında muhalefet
partileri tarafından benimsenmiş ve sık sık dile getirilmiş ve getirilmekte
idi. Bu nedenle , “İlk Hedefler Bildirisi”nin, bütün muhalefet partilerinin
temel hedeflerini yansıttığı söylenebilir. Ancak iktidar, bu bildiride
istekleri dikkate almamış, bu gelişmeler de iktidar- muhalefet ilişkilerini
olumsuz yönde etkilemiştir.
Mecliste
muhalefetin görevini yeterince yapamamasının bir sonucu olarak, muhalefet
partilerinin ileri gelenleri yurt gezilerine çıkarak, bu gezilerde iktidarı
eleştirmeye devam etmişlerdir. Özellikle CHP lideri İnönü’nün bu amaçla
çıktığı yurt gezilerinden, Uşak’ta (30 Nisan 1959), Çanakkale- Geyikli’de
(11Eylül 1959), Kayseri -Yeşilhisar’da (3 Nisan 1960) olaylar çıkmış ve bu
olaylarda, gerek DP’lilerin, gerekse yerel yöneticilerin de tahrikleriyle
istenmeyen durumlar yaşanmıştır [131].
Bu olayların giderek artması üzerine DP iktidarı, olayları araştırmak üzere,
tamamı iktidar milletvekillerinden oluşan bir Meclis Tahkikat Komisyonu
kurulmasına karar vermiştir. Bu komisyonun kuruluşu sırasında, iktidar ile
muhalefet milletvekilleri arasında mecliste çok sert tartışmalar yaşanmış, 17
Nisan 1960 tarihinde, Komisyonun görev ve yetkilerini belirleyen yasanın
oylandığı gün ise, meclisteki kavgalar artmış ve CHP lideri İnönü’ye meclisteki
on iki oturuma katılmama cezası verilmiştir [132].
Bu yasa ile Tahkikat Komisyonuna çok geniş yetkiler verilmiştir. Bu yasaya
göre; komisyon ve görevlendireceği alt komisyonlar ;
“
Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu; Askeri Muhakeme Usul Kanunu, Basın Kanunu ile
diğer kanunlarda Cumhuriyet Müdde-i Umumisi’ne, sulh hâkimine ve askeri, adlî
âmirlere tanınmış olan bilcümle hak ve salâhiyetleri haiz olacaklardı…” ;
“Her
türlü yayın yasağı kayabilme, bunlara uymayanların dağıtımını yasaklama,
toplatma, yayınlar ve matbaalarını kapatma, soruşturma için gerekli görülen her
türlü eşya, evrak ve belgelere el koyabilme; siyasi nitelikli toplantı,
gösteri, hareket ve benzeri hareketler hakkında önlem ve karara alma hakkına
sahip olacaklar” dı. Bütün bunlara ek olarak, bu komisyonun aldığı
kararlara uymayan kişi ve kamu görevlilerine ağır cezalar verilmesi de
öngörülmüştü [133].
Bu yasanın kabulünün ardından iktidar- muhalefet arasındaki ilişkiler,
karşılıklı açıklama ve suçlamalarla daha da gerginleşmiştir.
Tahkikat
Komisyonunun kurulması, Anayasa çerçevesi içinde olmakla birlikte, bu Komisyona
tanınan yetkilerin Anayasaya aykırı, demokratik düzenin öngördüğü güçler
ayrılığı ilkesine ters düştüğü, yürütmenin yargının yetki alanına girdiği iddia
edilmiştir. İktidarın adeta tek partili yönetimlerde olduğu gibi, böyle bir
uygulamaya gitmesi, muhalefetle aralarında zaten varolan uçurumun, daha da
artmasında önemli rol oynayacaktı. Zira bu yasa ile Demokrat Parti iktidarı,
yasal bir muhalefet partisi olan CHP’yi;
“Yıkıcı,
gayri meşru ve kanun dışı… “ ilan ederek;
“Kendi
partilerine mensup bazı şahısları silahlandırmak suretiyle, iktidar mensup ve
taraftarları aleyhine münferit veya toplu halde baskı yapmaya ve suç işlemeye
teşvik suretiyle memlekette kanlı kardeş kavgalarına müncer olan tertiplere baş
vurmak”, “orduyu siyasete karıştırmaya çalışmak”, “gayri meşru ve kanun dışı
yollarla halkı kanunları ihlale, kanunî tedbirlere karşı galeyan ve fiilî
tecavüzlere teşvik ve tahrik etmek…”, gibi çok ağır suçlarla suçlamakta
idi [134].
Bu
yasanın görüşülmesi sırasında iktidar milletvekilleri, muhalefeti
”ihtilâlcilikle” suçlamaya devam etmiş, buna karşılık CHP lideri İnönü de,
mecliste yaptığı uzun konuşmasının sonunda iktidarı şu sözlerle uyarmıştı ;
“Eğer
insan hakları yürütülmez, vatandaş hakları zorlanırsa, baskı rejimi kurulursa
ihtilâl behemahal olur…Biz böyle bir ihtilâlin içinde bulunmayız. Böyle bir
ihtilâl ( bizim) dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından
yapılacaktır…Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu
demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline dönüştürmek
tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, sizi ben bile
kurtaramam… İhtilâl niçin yapılır? Eğer ihtilâl vatandaş için başka çıkar
yol yoktur, kanaati zihinlere ve bütün müesseselere yerleşirse, meşru bir hak
olarak kullanılacaktır. Bundan içtinap kâbil değildir…”[135] .
İnönü’nün
bu sözleri, meclisteki iktidar yanlısı milletvekillerinin büyük tepkiler
göstermelerine neden olacak ve daha sonra İnönü’nün 27 Mayıs 1960 darbesinden
önceden haberi olduğu şeklinde yorumlanacaktı.
Başbakan
Menderes’in hukuk danışmanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in bile bu yasanın
Anayasaya aykırı hükümler taşıdığını açıkça ifade ederek Başbakan Menderes’i
uyarmıştı [136].
Bu yasa ile CHP’nin, kapatılabileceği konusu gündeme getirilmiş ve bu durum
muhalefetin de sert tepkilerine neden olmuştur[137].
Bu gelişmelerin ardından, İstanbul ve Ankara’daki üniversitelerde öğrenci
olayları başlamıştır. Polis ile öğrenciler arasında meydana gelen çatışmalarda,
bazı öğretim üyeleriyle çok sayıda öğrenci yaralanmış ve çok sayıda öğrenci de
gözaltına alınmış, ayrıca iki öğrenci yaşamını yitirmiştir [138].
Başbakan bu gerginliği yatıştırmak bir yana, açıklamalarıyla varolan gerginliği
tırmandırmış, olaylarla ilgili olarak yaptığı konuşmasında ;
“Üniversiteye
gireceğiz, temeline gireceğiz…Bize vatan lâzımdır…Bugün fiilen bir ihtilâlin
içindeyiz. İhtilâlin kendine göre mantıklı icapları vardır. ..Belki bu akşam,
belki yarın akşam bir hususi mahkeme derhal kuracağız…” diyerek, bu
hareketleri “Halk Partisi’nin ihtilâli ve isyanı “ [139] olarak
nitelendirmişti.
Öğrenci
olayları 28-29 Nisanda Ankara’da Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerinde devam
etmiş, bu olaylar üzerine hükümet, Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan
ederek, kapalı ve açık yerlerdeki her türlü gösteri ve yürüyüşleri yasaklamış
ve gece sokağa çıkma yasağı koymuştur [140].
Başbakan
Menderes, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne yaptığı bir ziyaret sırasında da
öğrenciler tarafından protesto edilmiş, Başbakan Enstitü’yü kızgınlık içinde terk
etmek durumunda kalmıştı [141].
Ankara’daki asıl büyük olay, 5 Mayıs 1960 tarihinde, saat beşte Kızılay
Meydanında meydana gelmiştir. Tarihimizde “555K Olayı” diye bilinen bu olay
sonrasında ise, iktidar- muhalefet ilişkilerinde hiçbir yumuşama yaşanmamış,
tam tersine gerginlik doruk noktasına ulaşmıştır. Aynı gün partisi tarafından
İzmir’de düzenlenen büyük bir mitinge katılan Başbakan Menderes, bu mitingde
bir yandan muhalefete meydan okurken, öte yandan da bütün bu gerginliklerden
bir genel seçimle kurtulmayı düşündüklerini açıklamıştır [142].
Kısacası;
Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi gerginlik ortamından ancak bir erken
seçimle çıkılabileceği yolundaki anlayışa, hem iktidar, hem de muhalefet
tarafından sıcak bakılmaya başlanmıştı. Zira siyasi tansiyonu biraz olsun
düşürebilmek amacıyla DP içinden, “Yaylacılar” adı verilen bir grup
milletvekilinin Menderes’i yumuşatma çabaları da olumlu sonuç vermemişti. Parti
grubunun, 25 Mayıstaki son toplantısında kendisinin eleştirilmesine çok üzülen
Başbakan Menderes, “teessüf” ederek, arkadaşlarına kızarak grup
toplantısını terk etmişti. Bu grup toplantısı Başbakan Menderes’in son grup
toplantısı olacaktı[143].
Aynı gün Eskişehir’de giden Başbakanın konuşması, hoparlörün telleri kesilerek
engellenmiş ve Başbakan bu defa da subaylar tarafından ilginç bir yöntemle
protesto edilmişti. Bu olaydan bir gün sonra ise, 27 Mayıs 1960 tarihinde,
Demokrat Parti iktidarı askeri bir darbe ile son bulacaktı.
SONUÇ
Türkiye,
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, büyük demokratik beklentilerle çok partili
siteme yeniden bir başlangıç yapmış ve çok sayıda siyasi partinin kurulmasıyla
başlayan süreç içinde, iktidar partisinden ayrılan bir gurubun 1945 yılından
itibaren başlattığı muhalefet hareketinin sonucu olarak liberal bir söylemle
kurulan Demokrat Parti, yaklaşık dört yıllık başarılı muhalefet dönemi
sonrasında, 14 Mayıs 1950 tarihinde, yirmi yedi yıllık tek parti yönetimine son
vererek, serbest seçimlerle iktidara gelmiştir.
Demokrat
Parti’nin ilk dört yıllık iktidar döneminde Türkiye’de, gerek ekonomik ve
gerekse siyasal anlamda önemli gelişmeler sağlanmış, 1950-54 yılları DP’nin
“Altın Yılları” olarak adlandırılmıştır . Bu dönemde özellikle aydınların,
kırsal kesimde yaşayan insanların ve özel girişimden yana olan sermayenin,
basının ve daha önceki dönemlerde iktidara karşıt olan kesimlerin desteğini
almayı başarmıştır. DP’nin yarattığı bu parlak dönem içinde, özellikle
muhalefete karşı uygulanan sert tavırları fazla dikkati çekmemiştir. Bu olumlu
gelişmelerin bir sonucu olarak, 2 Mayıs 1954 yapılan tarihinde yapılan genel
seçimlerde DP, Türkiye tarihinde ulaşılamayan bir oy oranıyla, yeniden iktidara
gelmiştir.
Demokrat
Parti iktidarı 1955 yılından itibaren gerek parti içinde ve yurt genelinde,
özellikle de ekonomik anlamda, gerekse Kıbrıs sorunu nedeniyle yaşanan olaylar
yüzünden önemli sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlar Başbakan
Menderes’in başta basın, üniversite, yüksek yargı kurumları, ordu ve muhalefet
olmak üzere, pek çok kurumlarla olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir.
Genel ve yerel seçimlerde aldığı yüksek oy oranlarından da güç alan Başbakan,
giderek artan sorunları ılımlı bir anlayışla çözmek yerine, daha sert
yöntemlerle çözmeye çalışarak, partisinin kuruluş amaçlarından bir ölçüde
uzaklaşmıştır. Bu rahatsızlık ve olumsuz gelişmeler DP’nin, 24 Ekim 1957’de
yapılan erken seçimlerdeki oy kaybına neden olmuştur. Bu seçimlerden önemli bir
başarıyla çıkan muhalefet ile DP arasında, 1958’den itibaren giderek artan
siyasi gerilim, topluma yansımış ve bu durum önemli bir toplumsal ayrışmaya yol
açmıştır. Bu gelişmelerde iktidar ve muhalefetin uzlaşmaz tutumlarının ve
basının önemli payı vardır. Bu dönem içinde yasama görevini gergince yapamamış,
kurumlar arasında yeterli uzlaşma sağlanamamıştır.
Demokrat
Parti iktidarı, 1960 yılından itibaren ekonomik sorunların bir bölümünü, dış
yardım ve kredilerle çözmeyi başarmışsa da, içerideki siyasal çatışmaları ve
toplumsal ayrışmayı gidermeyi başaramamıştır. Bu olumsuzluk, toplumun bazı
kesimlerinde, sorunların demokratik olmayan güçler tarafından çözümlenebileceği
gibi bir anlayışın doğmasına neden olmuştur. Demokrat Parti iktidarı ve
muhalefet, bu sorunların bir erken seçimle çözülebileceği konusunda bir
uzlaşmaya vardığı günlerde, 27 Mayıs 1960 darbesi ile DP iktidarı son
bulmuştur.
BİBLİYOGRAFYA,
REFERANS VE KAYNAKLAR
(*)
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Albayrak, Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi.
[1]
Bu konuda ayrıntılı bilgi için : Mustafa Albayrak , Türk Siyasi Tarihinde
Demokrat Parti (1946-1960), Ankara, 2004.
[2] A.
g.e.
[3] A.g.e.
(*) CHP iktidar bu belgeye “Milli Husumet Misakı” adını vermişti. M.A.
[4]
A.g.e.
[5] Ayın
Tarihi, Sayı:198, Mayıs 1950.
[6] Cumhuriyet,
Vatan, Zafer, 21 Mayıs 1950).
[7] Türkiye
Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi (TBMMTD), Dönem: IX, Cilt:1, 22 Mayıs
1950.
[8] Celâl
Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, (Derleyen: İsmet Bozdağ), İstanbul, 1969,s.
103.
[9] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,ss. 182-183.
[10] A.g.e.,s.
182.
[11] Cumhuriyet,
24 Mayıs 1950. (*) D.P. Tüzüğünün 18. maddesine göre; Cumhurbaşkanlığına
seçilen kişi, parti genel başkanlığından çekilmiş sayılıyordu. Demokrat Parti
Tüzük ve Programı, Ankara, 1949, s.13.
[12]
Albayrak, a.g.e.,s. 183.
[13] Ulus
28 Mayıs 1950 .
[14] DP
Meclis Grubu Gizli Müzakere Zabıtları (DPMGGMZ), Dönem:IX, Cilt:1 Mayıs
1950, s.1-8.
[15] A.,g,z.,
s.9 .
[16] A.g.z.,
ss. 22-161.
[17] A.g..z,
ss. 217-234.
[18] TBMMTD,
Dönem: IX, Cilt: I, 29 Mayıs 1950, ss. 95-97.
[19] A.g.z.,
s. 97.
[20] A.g..z,s.
143. (*) Benzeri bir olay, CHP iktidarı öneminde 22 Kasım 1946 tarihli TBMM
toplantısında, C.H.P.’li Feridun Fikri Düşünsel ile D.P.’li Ahmet Veziroğlu
arasında yaşanmıştı. Ahmet Veziroğlu, kendisine söz vermeyen
C.H.P.’li Başkana; “-Reis Bey iç tüzüğe aykırı hareket ediyorsunuz ! “
diye tepki göstermiş, ancak Düşünsel bu uyarıyı dikkate almamış, D.P.’liler
durumu protesto ederek, meclis salonunu terk etmişlerdi. Şimdi ise durum
tersine dönmüştü. Meclise çok büyük bir çoğunlukla giren D.P., adeta bu olayın
karşılığını alırcasına, o günkü oturumu yöneten Meclis Başkanı Düşünsel’in,
CHP’li Barutçu’ya söz verilmemesine tepki göstererek, aynı sözlerle; “-Reis Bey
iç tüzüğe aykırı hareket ediyorsunuz ! “ şeklinde uyarıda bulunmuştu.
TBMMTD, Dönem:IX,Cilt: 1, 29 Mayıs 1950, s. 143. Faik Ahmet Barutçu, Siyasi
Anılar (1939-1954), İstanbul, 1977,s.439.
[21]
TBMMTD,Dönem: IX, Cilt: 1, ss.54-58.
[22] A.g..z,ss.
144-147.
[23] Barutçu
,a.g..e,s. 440.
[24] Tekin
Erer, On Yılın Mücadelesi, İstanbul, 1963, s. 34.
[25] Metin
Toker, Tek Partiden Çok Partiye, İstanbul, 1970,ss . 347-348.
[26] Emin
Karakuş, 40 Yıllık Bir Gazeteci Gözüyle İşte Ankara, İstanbul, 1977,ss.
168-169.
[27] Barutçu
,a.g..e,s. 67.
[28] Cem
Eroğul, Demokrat Parti, Tarihi ve İdeolojisi, Ankara, 1970, s. 67.
[29] Cumhuriyet,
7, 8 , 13Haziran 1950; Erer, On Yılın Mücadelesi…,s. 33.
[30] Cumhuriyet,
13 Haziran 1950.
[31] Karakuş,
a.g..e,s. 169.
[32] DPMGGMZ,
Dönem: IX, Cilt:2, Haziran 1950,ss. 38-40.
[33] Cumhuriyet,
11 Haziran 1950.
[34] DPMGGMZ,
Dönem:IX, Cilt:2, 13 Haziran 1950, ss.54-55.
[35] A.g.z.,
s. 4-30..
[36] TBMMTD,Dönem:
IX,Cilt: 1, 16 Haziran 1950,ss. 186-187.
(*) Bu oylamaya; C.H.P.’den İsmet İnönü, Cemal Reşit Eyüboğlu, Cedet
Kerim İncedayı, Yusuf Ziya Ortaç, Hasan Reşit Tankut’un katılmadıkları
anlaşılmaktadır. M.A.
[37] Metin
Toker, Demokrat Partinin Altın Yılları, (1950-1954), Ankara, 1990, s.51.
[38] Barutçu,
a.g.e.,s. 443.
[39] Rağıp
Selim Emeç, “Müessif Bir Hadise”, Son Posta, 16 Ağustos 1950,
[40] Muhalefette
İsmet İnönü, Derleyen: Sabahat Erdemir, Cilt:I, (1950-1956), İstanbul
,1956, ss. 19-20.
[41] Ayın
Tarihi, Sayı:201, Ağustos 1950, s. 15-16.
[42] Zafer,
4 Eylül 1950. (*) D.P. İktidara geldikten sonra Devlet dairelerinde yalnızca
Atatürk’ün resmini asılabileceği yolunda bir uygulamaya gitmişti. Millî Şef
İnönü döneminde Atatürk’ün yanı sıra, İnönü’nün resimleri de duvarlara
asılmakta idi. (M.A).
[43] Zafer
,15 Ekim 1950.
[44] Vatan,
12 Eylül 1950.
[45] Zafer,
16 Ekim 1950.
[46] Erdemir,
a.g..e, Cilt:1, ss. 21-23.
[47] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,s. 201.
[48] A.g..e,
ss. 202-203.
[49] TBMMTD,Dönem:IX,Cilt:2,
16 Kasım 1950, ss. 28-29.
[50] A.g.t.,
s. 116.
[51] Feridun
Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl, Cilt:II, Kısım:1, Ankara, 1986, ss.93-101.
[52] Ulus,
18 Mayıs 1952.
[53] Ulus,
4 Haziran 1952.
[54] Ulus,
8 Ekim 1952.
[55] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti.., ss. 246-47.
[56] A.g..e,s.
247.
[57] DPMGGMZ,
Dönem:IX , Cilt: 78, 11 Kasım 1952, s. 23.
[58] Zafer,
5 Ocak 1953.
[59] Zafer,
5 Ocak 1953.
[60] Ulus,
19 Ocak 1953.
[61] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,s. 248.
[62] Ulus,
1 Şubat 1953.
[63] Ulus,
29 Ocak, 4 Şubat 1953.
[64] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, s. 249.
[65] DPMGGMZ,
Dönem: IX, Cilt. 101, 30 Haziran 1953, ss. 75-78.
[66] A.g.z.,
Cilt: 107, 17 Kasım 1953, ss. 31-39.
[67] A.g..z,
Cil:110, 8 Aralık 1953, s.5-6.
[68] TBMMTD,
Dönem: IX, Cilt. 26, 14 Aralık 1953, ss. 169-70.
[69] A.g.t.
, s. 170.
[70] A.g.t.,
ss. 234-36.
[71] TBMM
Kavanin Mecmuası, Dönem: IX, Cilt: 36, ss.16-17.
[72] Yeni
Ulus, 16 Aralık 1953.
[73] Fahir
Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde CHP’nin Mevkii, Cilt:I, Ankara, 1965, ss.
14-15.
[74] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,s. 253.
[75] A.g..e,s.
253.
[76] A.g..e,s.
256.
[77] A.g..e,ss.
257-258.
[78] Yeni
Ulus ,19 Nisan 1954.
[79] Ayın
Tarihi, Mayıs 1954, Sayı: 246, s. 30.
[80] TBMM
Zabıt Ceridesi, Dönem:X, Cilt: 14, 24 Mayıs 1954, ss. 6-8. (*) TBMM
Tutanak Dergisinin adı, TBMM Zabıt ceridesi olarak değiştirilmişti. Anayasanın
1945 yılında sadeleştirilen dili ise eski haline geri döndürülmüştü. (M.A).
[81] A.g..z,
s. 21-34.
[82] A.g.z.,s.
86.
[83] Halkçı,
21 Haziran 1954.
[84] TBMMZC,
Dönem:X, Cilt: 1, 30 Haziran 1954,s. 344-345.
[85] A.g..z,s.
378.
[86] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti..,s.267.
[87] Forum,
Cilt:I, Sayı: 9, 1 Ağustos 1954.
[88] Vatan,
3 Temmuz 1954.
[89] TBMMZC,
Dönem:X, Cilt: 1, s.255.
[90] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,s. 269.
[91] A.g.e.,s.
273.
[92] Mustafa
Albayrak, “Hürriyet Partisi’nin Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:XXIV,Temmuz 2008, Sayı: 71, ss. 350-351..
[93] Albayrak,
“Hürriyet Partisi’nin Türk Siyasi Tarihindeki …”, s. 365.
[94] Metin
Toker, Akis, Cilt: XI, Sayı: 175, (14 Eylül 1957).
[95] Cihad
Baban, Politika Galerisi, Büstler, Portreler, İstanbul, 1970,s. 369.
[96] Emrullah
Nutku, DP Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıllar (1946-1958), İstanbul,
1979,s. 295.
[97] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,ss. 285-286.
[98] Mustafa
Albayrak, “Demokrat Parti Döneminde Millî Korunma Kanunu Uygulamaları
(1955-1960)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XXIII, Mart-Temmuz-Kasım
2007, Sayı: 67-68-69, s. 238.
[99] A.g.m.,
ss. 240-243.
[100] TBMMZC,Dönem:X,
Cilt: 12, Kısım:1, 28 Haziran 1956, s. 555.
[101] Nutku,
a.g.e.,s. 319.
[102] Ayın
Tarihi, Sayı: 272, ss.76-77.
[103] Zafer,
10 Temmuz 1956.
[104] Ulus,
31 Temmuz, 10 Ağustos 1956.
[105] Hürriyet
Partisi’nin Rejim Mevzuunda Muhalefet Partilerine Verdiği Muhtıra, Ankara,
1956.
[106] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,s.290.
[107] A.g..e,s.
290-201.
[108] Ulus,
19,20,21,22 Ağustos 1957.
[109] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,s. 291.
[110] Cumhuriyet,
8 Eylül 1857.
[111] Cumhuriyet,
23 Ekim 1957.
[112] TBMMZC,
Dönem: X, Cilt: 39, ss.1225-1226.
[113] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, ss. 288-289.
[114] A.g..e,
ss. 299-300.
[115] TBMMZC,
Dönem:XI, Cilt: 1, s.15.
[116] DPMGGMZ,
Dönem:XI, Cilt: 201, ss.83-84.
[117] TBMMZC,
Dönem:XI, Cilt. 1, ss. 68-72.
[118] Cumhuriyet,
7 Aralık 1957.
[119] Resmi
Gazete, 6 Ocak 1958, Sayı: 9800.
[120] DPMGGMZ,
Dönem: XI, Cilt: 218, s. 28-30.
[121] A.g.z.,
s. Dönem:XI, Cilt: 211, s.60.
[122] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, s. 543.
[123] A.g..e,s.
546.
[124] Ulus,
6 Mart 1958.
[125] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,s. 517.
[126] A.g.e.,
s.518.
[127] Ulus,
4 Ağustos 1958.
[128] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti….,s. 519-520.
[129] DPMGGMZ,
Dönem:XI, Cilt: 243, s. 185.
[130] Giritlioğlu,
a.g.e., I, ss. 453-455.
[131] Ayrıntılı
bilgi için bakınız: Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…,ss.
523-530.
[132] TBMMZC,
Dönem: XI, Cilt: 13, s. 305.
[133] A.g..z,s.
306.
[134] Resmi
Gazete, 19 Nisan 1960, Sayı: 10484.
[135] TBMMZC,
Dönem:XI, Cilt. 13, s. 207.
[136] Ali
Fuad Başgil, 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, Çevirenler: Mehmet Ali Sebük-
İ.Hakkı Akın, İstanbul, 1966,s. 130.
[137] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, s. 534.
[138] A.g.e.,ss.
534-538.
[139] DPMGGMZ,
Dönem:XI, Cilt: 304, ss. 9-22.
[140] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, s. 537.
[141] Ulus,
29 Nisan 1960.
[142] Albayrak,
Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti…, ss. 539-40.
[143] Rıfkı
Salim Burçak, Yassıda ve Öncesi, Ankara ,1976, ss. 50-55.