DEMOKRAT PARTİ
Menderes Dönemi
(1950-1960)
Özet
Bin dokuz yüz yirmi üç yılında kurulan Türkiye
Cumhuriyeti'nde ilki 1925'te, ikincisi 1930 yılında iki kez çok partili siyasi
hayata geçiş adımı atılmış, ancak ikisinden de sonuç alınamamıştır. İkinci
Dünya Savaşı sonrasında yeni dünya düzeni Türkiye'de de rejim değişikliğini
zorunlu kılmış ve çok partili siyasal hayat başlamıştır. Cumhuriyet'in kurucusu
Atatürk'ün son başbakanı, liberal ekonomi yanlısı Celal Bayar ve üç arkadaşı
tarafından kurulan Demokrat Parti, benzeri görülmemiş biçimde halkı peşinden sürüklemiş
ve 1950 yılında 27 yıllık tek parti iktidarına seçimle son vermiştir.
"Beyaz ihtilal" olarak adlandırılan bu seçimden sonra girdiği bütün
seçimleri kazanan Demokrat Parti, 1960 yılında yapılan bir darbe ile iktidardan
uzaklaştırılmış, parti genel başkanı ve Başbakan Adnan Menderes ile Dışişleri
Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiştir. DP
iktidarı döneminde siyaset, seçkinler uğraşı olmaktan çıkarak, geniş halk
kitlelerine ulaşmış, böylelikle Türk siyasi kültürüne olumlu etkide
bulunulurken, bürokratik-baskıcı devlet geleneğinin yumuşaması ve milli bir
ticaret-sanayi burjuvazisinin doğması sağlanmıştır. Tarım reformu, barajlar ve
hidroelektrik santraller, eğitim ve ulaşım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının
sonucu olarak siyasi yapının katı kalıpları yıkılmış ve Türkiye, tarihinin en
önemli değişimini yaşamıştır.
Anahtar Kelimeler: Siyasal Tarih, Siyasal Partiler, Demokrat Parti, Adnan
Menderes.
A. SİYASAL TARİH 1950-1960
1. Çok Partili Hayata Geçiş
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk, 1932 yılından 1938'de ölümüne kadar,
bir gün patlak vereceğini söyleyegeldiği İkinci Dünya Savaşı'nın ne kadar geniş
ve şiddetli olacağını şüphesiz biliyordu. Buna rağmen sanayileşmenin ve
kalkınmanın mutlaka savaş bitmeden gerçekleştirilmesinde ısrar etmişti.
Atatürk, Başbakanı Celal Bayar'a 18 Eylül 1938'de Dolmabahçe Sarayı'nda ölüm
döşeğinde, adeta vasiyet edercesine şunları söylemişti:
"Bana bak Çocuk, vaktimiz daraldı. Beklenen dünya harbi yakında patlak
verecek. Bu harbin galibi hangi taraf olursa olsun bizim sanayileşmemizi ve
iktisaden kalkınmamızı asla istemezler. Onlar, bizi, kendi sanayilerine
hammadde yetiştiren geri ve fakir bir tarım ülkesi olarak tutmak isterler. Bu
uğurda da her türlü gayreti gösterirler.
Birbirleriyle de kolayca anlaşırlar. Getirdiğiniz programı
hemen uygulamaya koyarak, harp bitmeden mutlaka gerçekleştirin. Para olsun veya
olmasın, memleketin bütün menabii kuvvasını (kuvvet kaynaklarını) seferber
ederek bu programdaki tesisleri mutlaka kurun, evvelkiler gibi çalışır hale
getirin."1
Atatürk'ün ölümü üzerine Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, 26 Aralık 1938'de
toplanan CHP kongresinde yapılan tüzük değişikliği ile "Değişmez Genel
Başkan" oldu ve "Milli Şef" ilan edildi. Böylelikle İnönü,
devletin kurucusu Atatürk'te bile bulunmayan bir sıfat ve yetkinin sahibi
olmuştu. Her dört yılda bir, parti içinde Genel Başkanlığa aday olmasının bile
kendi şahsiyet ve otoritesinin sarsıp zedeleyeceği görüşü, günümüzün demokrasi
anlayışına oldukça zıt olmakla birlikte, 1938 şartlarında çok yanlış değildi: O
tarihlerde "şeflik" sistemleri dünyanın en gözde sistemleriydi.
Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini, Sovyet Rusya'da Stalin, İspanya'da
Franko otoriter rejimleriyle Batı demokrasilerini tir tir titretiyorlardı.
Demokrasi, dinamik değildi. Demokrasi; zafer kazanmak, toprak genişletmek için
iyi bir idare değildi. Ülke içinde hızlı kalkınma, dışta da yayılmacı
politikalar, ancak tek parti idarelerinin baskıcı rejimleriyle kurulabilirdi.2
Dünyada "şeflik" bu kadar revaçta iken, Türkiye'ye
de bu durumun yansımaması düşünülemezdi. İnönü, 1938-1945 tarihleri arasında
baskıcı rejimini en aşırı örnekleriyle sürdürdü. Bu dönem, Türkiye tarihinin
acı bir devri olarak hatırlanır.
İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa'daki bölümü 8 Mayıs 1945'te sona erdiğinde,
diktatörlüklerin kesin yenilgisi söz konusuydu. 25 Nisan 1945'te San Fransisko
Konferansı toplandı, 26 Haziran 1945 günü de Türkiye Birleşmiş Milletler
Anayasası'nı onayladı.
II. Dünya Savaşı'yla birlikte bütün devletlerin dikta rejimlerinden dili
yanmıştı. Dinamik olmadığı için beğenilmeyen demokrasi savaş sonrası yeni
dünyanın gözdesiydi. Bu, Türkiye için de geçerliydi. Türkiye, Milli Şef
rejimini terk edip, çok partili hayata geçmek zorundaydı.
İsmet İnönü, yeni dünya tarafından dışlanırsa, iktidarını kaybedeceğini
biliyordu. Öte yandan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka
denemelerinden rahatsızdı. Çok partili hayata geçmek CHP'nin de sonu
olabilirdi. Bu nedenle İnönü ve yakın çevresi, "Kontrol edilebilir muhalefet"
yaklaşımıyla çok partili hayata yeşil ışık yakmışlardır.3
Çok partili siyasal hayat, 18 Temmuz 1945'te Milli Kalkınma Partisi'nin
kurulmasıyla başladı. Ancak bu parti bir varlık gösteremedi. Konjonktüre uygun
söylemler yine CHP içinde dillendiriliyordu: Dünya ülkelerinde demokrasi lehine
gerçekleşen hızlı değişimin farkına varan CHP milletvekillerinden Adnan
Menderes ve Fuad Köprülü düşüncelerini yüksek sesle telaffuz ettiler. 7 Haziran
1945 tarihinde de Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuad Köprülü ve Adnan Menderes
CHP'nin demokratikleşme ve liberalleşme hareketini başlatmasını, tarihe
"Dörtlü Takrir" diye geçen önergeyle istediler. Dörtlü Takrir,
Demokrat Parti'nin kurulmasına kadar gidecek süreci başlattı. Nitekim Dörtlü
Takriri hazırlayanlar 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'yi kurdular. Parti, her
alanda liberalizmi savunuyordu.
DP, kuruluşundaki haliyle liberal-sol bir çizgiye oturmuştu.
TBMM'den partiye katılanların sayısı dört kurucu ile birlikte 6'da kalırken
Anadolu'nun her köşesinde DP'ye olağanüstü bir ilgi, olağanüstü bir kayma söz
konusu oldu. CHP, karşısında böyle bir muhalefeti görünce şaşkına döndü.
"Çığ gibi büyüyen yeni partinin gördüğü sevgi, endişe verici idi."4
CHP, Demokrat Parti'nin daha da büyümesine engel olabilmek için genel seçimleri
erkene aldı ve Cumhuriyet tarihimizin ilk çok partili ve tek dereceli seçimi 21
Temmuz 1946'da yapıldı. Tarihe "hileli seçimler" olarak geçen
"1946 Seçimlerini Demokratlar, mazbataları Halkçılar kazandı."5
Hileli seçimler sonrası Demokrat Parti ülkeyi karış karış dolaşarak halkın
desteğini aldı. Partililer; ilki 1947'de, ikincisi 1949'da toplanan iki Büyük
Kongre ile parti ismine yakışan şekilde davrandı: Özellikle Birinci Büyük
Kongre'de esen demokratik hava, sabahlara kadar süren delege konuşmaları,6
Celal Bayar eleştirisinden Başkanlık sistemi önerisine kadar konu zenginliği
partinin iktidara hazır olduğunun sinyallerini veriyordu. 1947'den sonra DP
içinden başlarını Fevzi Çakmak'ın çektiği önemli bir grup koptuysa da bu
hareket tabanın desteğini alamadı. Bu arada Türkiye, Truman Doktrini ve
Marshall Planı ile ABD'den ilk yardımlarını almaya başlamıştı.
2. 1950-1954 Dönemi
DP önderlerinin dört yıl boyunca bütün yurdu gezerek
yürüttükleri mücadele, iktidar mücadelesinden çok bir demokrasi mücadelesi
şeklindeydi. DP'nin kurulduğu günlerde "biz şimdi Hasolarla Memoların
ayağına mı gideceğiz?" diyen CHP'nin katı zihniyeti de 1946-1950 sürecinde
kırıldı. O tarihlere kadar büyük şehirlerin caddelerinde dolaşmasına bile izin
verilmeyen, horlanan, aşağılanan köylüler ise şimdi ayaklarına kadar gelen
farklı partilere mensup politikacıları dinliyordu. Siyasilerin kendilerini
beğendirme yolunda harcadıkları çabayı biraz da ironi ile karışık bir gururla
seyrediyordu.7
14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlere yedi parti katıldı: CHP bütün
illerde, DP Hakkari hariç bütün illerde, Millet Partisi 22 ilde, Milli Kalkınma
Partisi 3 ilde, Toprak Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi, Türk Sosyal Demokrat
Partisi ve İşçi Çiftçi Partisi sadece İstanbul'da seçimlere girdi.8 Seçim
sonuçlarına göre DP %53.3 oranla 408 milletvekilliğinin sahibi olurken CHP
%39.9 oranla 69 milletvekilliği kazanmıştı.
CHP'nin aldığı yüzde kırka yakın oy aslında büyük başarı idi. CHP'nin son iki
yılda izlediği akıllı liberal politikalar bu başarıyı getirmişti. Eğer seçim
1948'de yapılsaydı CHP bu oyların ancak yarısını alabilirdi.9
Yeni TBMM 22 Mayıs 1950 toplanarak, TC'nin Üçüncü Cumhurbaşkanlığı'na Celal
Bayar'ı, TBMM Başkanlığı'na da Refik Koraltan'ı seçti. Celal Bayar, aynı gün
yemin ettikten sonra Adnan Menderes'le görüştü. Menderes'e başbakanın kimin
olması gerektiğini soran Bayar, Menderes'ten Fuad Köprülü cevabını aldı.
Menderes parti başkanlığı ile başbakanlığın ayrılması gerektiğini, parti
başkanlığı için parti içinde Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu'nun adının geçtiğini,
ancak uygun görülürse partiyle kendisinin ilgilenebileceğini söyledi.
Ancak Bayar, Menderes'i hem Başbakan hem de parti başkanı olarak atamaya çoktan
karar vermişti. Çünkü gerek Köprülü'nün gerekse Karaosmanoğlu'nun dokularının
milletle uyuşmayacağının farkındaydı. Menderes'in başbakanlığı demek Bayar'ın
siyaset iplerini Çankaya'da elinde tutması anlamına geldiği gibi, milletle DP
arasında güçlü bir bağ kurulması da demekti. Celal Bayar'ın, Menderes'i
başbakanlığa getirmesi, kendisine de 10 yıl sürecek Çankaya Köşkü'nün
kapılarını açmıştır.
Adnan Menderes'in başbakan olmasıyla on yıl sürecek Demokrat
Parti dönemi başlamış oluyordu. Bu on yıllık sürede Demokrat Parti ile Menderes
isimleri özdeşleşmiş, ikisinin de yükselişleri, düşüşleri ve sonları aynı
olmuştur.
Menderes Hükümeti iktidarının ilk ayı içinde çok önemli kararlar aldı.
Öncelikle ordunun yüksek mevkilerinde değişiklikler yapıldı. Hemen sonrasında
da valiler arasında geniş bir tasfiye hareketi başladı. 16 Haziran 1950'de de
ezanın Arapça okunmasını yasaklayan kanun yürürlükten kaldırıldı.
Bu gelişmelere CHP ciddi bir tepki vermedi. Milli Mücadele'yi başarıyla
sonuçlandıran, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin devamı olan,
cumhuriyeti kuran, 27 yıl ülkeyi yöneten parti, henüz muhalefete alışamamıştı.
Gerçi CHP'nin yayın organı durumunda olan Ulus Gazetesi'nde komutanların
değişmesine ilişkin bir-iki eleştiri yazısı vardı.10 Ancak CHP'liler Arapça
ezan yasağının kalkması konusu görüşülürken kanunun aleyhinde olmadılar.11
CHP'li birçok milletvekili, komutanların değişmesi ve valilerin tasfiyesini de
yeni hükümetin tasarrufu olarak değerlendiriyordu.
DP iktidarı 14 Temmuz 1950 tarihinde Genel Af çıkararak CHP döneminde tıka basa
dolmuş cezaevlerini boşalttı. Genel Af, DP yandaşlarınca, "yeni dönemde
sosyal barışın sağlanması için atılan önemli bir adım" olarak
değerlendirilirken, karşıtları "DP siyasal amaçları uğruna hırsızları,
katilleri affetti" yorumunu yapıyordu.
DP iktidarının ilk aylardaki hızı 25 Temmuz 1950 günü Kore Kararı ile zirveye
çıktı: Hükümet, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin talebi üzerine 4500
kişilik Türk Savaş Birliği'nin gönderilmesine karar verdi.
Kore Savaşı'na katılma kararı, Türkiye'nin DP ile yeni bir dış politika
belirlediğinin bir göstergesiydi. Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, hem de
kendinden kilometrelerce uzakta, vatandaşlarının adını bile bilmediği bir
ülkede savaşa giriyordu. Bu yeni dış politikaya kısa sürede sert tepkiler
geldi. Millet Partisi Genel Başkanı Hikmet Bayur "Bugün Birleşik Amerika
Kore'de savaşa atılmışsa bunu orada pek büyük Amerikan ideali olduğu için mi,
Birleşmiş Milletler ülküsünü kurtarmak için mi yapmıştır" sözleriyle
Kore'ye asker gönderilmesine karşı çıkıyordu. Yeni Sabah ve Ulus gibi gazeteler
de "ihtiyatsızca" alınan bu kararı eleştiri bombardımanına
tuttular.12 Öte yandan CHP'nin Kore Kararı'na ilişkin tavrı net değildi. Böyle
bir konuda niçin kendisine danışılmadığını soruyor, ama kararı onaylayıp
onaylamadığını açıklamıyordu. Kore Kararı TBMM tatilde iken alınmış olduğu için
kararın TBMM'de onaylanması Kasım ayında gerçekleşebildi.
Yaz aylarının son flaş icraatı Türkiye Sınai Kalkınma
Bankası'nın kurulmasıdır. Ağustos ayının ilk günlerinde kurulan bu banka özel
girişimi, özel sermayeyi teşvik etmek amacını güdecekti.13
1950'li yıllarda yerel organlara ayrı tarihlerde seçim
yapıldığından, 1950 yılının Ağustos-Ekim dönemi yerel seçimlerle geçildi.
Seçimlerde DP, CHP'ye karşı ezici bir üstünlük sağladı. Öyle ki, 600
belediyenin 560'ını DP'li adaylar kazandı. Başbakan Menderes seçim zaferinden
sonra "Türk milleti Halk Partisi'ni 14 Mayıs'ta iktidardan tasfiye
etmişti, 3 Eylül'de de muhalefetten tasfiye etti" diyecekti.14
1951 yılının başlarında hükümet, Kırşehir'deki Atatürk büstünün tahrip edilmesi
olayı üzerine "inkılap ve Atatürk aleyhine işlenmekte olan suçların artma
eğilimi gösterdiği" kanaatine vardı ve "Atatürk Aleyhinde İşlenen
Suçlar Hakkında Kanun" tasarısını hazırlayarak TBMM'den geçmesini sağladı.
Demokrat Partililer 1946-1950 döneminde iktidar partisi CHP'yi Atatürk'le
ilgili birçok konuda eleştirmişlerdi. Öncelikle, Anıtkabir'in yapımının
geciktirilerek Atatürk'ün Etnografya Müzesi'nde bekletilmesi, ayrıca para ve
pullardan Atatürk'ün resminin kaldırılarak İnönü'nün resminin basılması
DP'lilerin başlıca eleştiri konularındandı. DP, Atatürk Devrimlerine karşı
olmakla suçlanmışsa da, uygulamada bu suçlama gerçeklerle örtüşmez.15 Özellikle
Celal Bayar meşhur "Atatürk'ü sevmek millî bir ibadettir" sözüyle
Atatürk hayranlığını dile getirmiştir.
1951 yılının Mart ayında, DP iktidarı henüz bir yılını doldurmadan, Başbakan
Menderes'le Tarım Bakanı Nihat Eğriboz arasında yaşanan bir tartışma yüzünden
hükümet istifa etti,16 yeni hükümet yine Menderes tarafından kuruldu.17
İkinci Menderes Hükümeti de, tıpkı ilk hükümet gibi özel sektörün gelişmesi,
Anadolu'da ticaret ve sanayi burjuvazisinin doğması için çaba gösterdi. Öte
yandan dış politikada benimsediği yeni yolda da emin adımlarla ilerledi.
NATO'ya girmek için İnönü döneminden beri nabız yoklayan Türkiye, Kore
Savaşı'nın sağladığı avantajla ABD'nin desteğini aldı. Ancak, İngiltere ve
Fransa'nın muhalefetini kıramıyordu. 1951 yılının Mayıs ayında İngiltere
Dışişleri Bakanı Morrison tarihe "Morrison Mektubu" olarak geçen
belgeyi Türk hükümetine iletti. Morrison mektupla Türkiye'nin Atlantik Paktı'na
alınmasına taraftar olduğunu belirtiyor ve diğer devletler nezdinde de gerekli
girişimleri yapacağını taahhüt ediyordu. Ancak İngiltere bir şart öne
sürüyordu: ABD, İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında Orta Doğu'nun savunmasını
sağlamak üzere başka bir savunma sisteminin kurulması. Hükümet Morrison
mektubuna verdiği cevapta, Türkiye için NATO'nun önemine değinirken, Orta Doğu
için önerilen yeni savunma sistemi için de görüşmelere hazır olduğunu bildirdi.
Türkiye'nin bu tutumu, Ottowa'da yapılan Atlantik Konseyi'nde ele alındı ve
1951 yılının Eylül ayında Türkiye'nin NATO'ya alınması kabul edildi. NATO'ya
giriş kararı DP ve CHP'nin oylarıyla 18 Şubat 1952 günü TBMM'de onaylandı.
Türkiye'nin NATO'ya girmesiyle birlikte dış politikasının
yanı sıra iç politikasında da önemli değişikliklerin olacağı aşikardı. DP
iktidarı, 1952 yılının ortalarından itibaren "aşırı sağ ve sol
akımlar" olarak değerlendirdiği kurumların üstüne gitmeye başladı.
Türk Milliyetçiler Derneği 9 Temmuz 1953 günü, Millet Partisi de 1953 yılının
Ocak ayında kapatıldı. Köy Enstitüleri, Öğretmen Okullarına dönüştürüldü.
CHP'nin tek parti döneminde haksız yere edindiği mallar hazineye devredildi.
Türkiye'nin NATO'ya girmesine çok sıcak bakmadığı bilinen Hava Kuvvetleri
Komutanı Muzaffer Göksenin emekli edildi.
Türkiye'de iç ve dış politikada hararetli günler yaşanırken
aynı zamanda ülkenin çehresi de değişiyor, karayollarına verilen önem sayesinde
mübadele aracı maldan paraya dönüşüyordu. Köylerin kasabalara ya da kentlere
olan bağlantısı köylünün ürününü pazarda sergilemesini sağlıyor, bu da köylünün
parayla tanışması sonucunu doğuruyordu. Para, Sümerbank'tan pazen alınması,
pabuç alınması, basma alınması demekti. Para, kaliteli tohum, gübre hatta
traktör demekti. Para, bazı köylüler için de pavyon demekti, eğlence demekti.
Para, köylünün kenti keşfetmesi demekti. Nitekim, 1950 yılında 1 milyar
lira olan para arzı, 1960 yılında 5 milyar liraya çıkmıştı.18
Demokrat Parti'nin kuruluşundan iktidara gelmesine kadar
geçen dört yıllık dönemde yaptığı iki kongrenin, parti ve Türk demokrasisi
açısından önemi yukarıda vurgulanmıştı. Demokrat Parti, iktidarda bulunduğu
1950-1960 arası on yıllık dönemde ise sadece iki kongre gerçekleşti. Parti'nin
en önemli şahsiyeti Celal Bayar artık Cumhurbaşkanı idi. Partiye, -en azından-
açıktan müdahale etmiyor, dolayısıyla teşkilatla ilgilenmiyordu. Toplantılarda,
mitinglerde, kongrelerde yaptığı konuşmalarla siyaset dersleri veren, birçok
defa kaybetmek üzereyken son anda yaptığı manevralarla kazanan Bayar'ın yükü
artık Menderes'in omuzlarındaydı. Menderes ise Bayar'dan farklıydı. O,
mücadeleyi sevmiyordu. Hitap ettiği milyonlarla özdeşleşebilen, onların duygu
ve düşüncelerini okuyan, ruh hallerini çözen Menderes'in büyük bir eksiği
vardı: Yüzbinlere hitap ederken o insanların tek tek aralarında ne
konuşabileceklerini biliyordu, ama hemen yanı başında duran 5-10 kişinin ayak
oyunlarının, dalkavukluklarının neler ifade edeceğini bir türlü çözemiyordu.
Belki de çözmek istemiyordu.
Çocukluk yıllarında başlayan, özellikle iktidarının ilk yıllarında sıkça
karşılaştığı ihanetler Menderes'te güvensizlik duygusunu arttırmıştı. Bu
sebeple Menderes, kongre gibi hesaplaşma ortamlarını hiçbir zaman sevmedi.
Hatta kongrelerden korktu. İktidarda bulunduğu on yıl içinde, biri 1951
diğeri 1955 yılında yapılan iki Büyük Kongre'de de gereksiz polemiklere,
mücadelelere girdi. Menderes'in Genel Başkanı olduğu Demokrat Parti'de kongre
demek bundan sonra çatışma demekti, bölünme demekti.19
Demokrat Parti'nin 1950-1960 yılları arasında topladığı iki kongreden ilki olan
Üçüncü Büyük Kongre, 15 Ekim 1951'de, Ankara'da, Büyük Sinema'da çalışmalarına
başladı. İlk iki kongre gibi uzun süren ve 20 Ekim 1951 akşamı sona eren
kongreye 1160 delege katıldı. Kongrede, Cumhurbaşkanı Celal Bayar da bulundu.
Ancak o, artık sahnede değil, Cumhurbaşkanlığı locasındaydı. Kürsüde konuşan,
hesap veren, savaşan artık Adnan Menderes'ti.
Demokrat Parti Üçüncü Büyük Kongresi'nde yaşanan en ilginç gelişme, hiç şüphesiz
İçişleri Bakanı Halil Özyörük'ü istifaya kadar götüren gazete haberi idi: Ulus
gazetesi, bakanın eşine resmi bir araba tahsis edildiğini yazdı ve yayınladığı
resimlerle de bu iddiasını ispat etti.20 Bu haberler üzerine Halil Özyörük, 17
Ekim 1951 günü bakanlık görevinden istifa etti.
3. 1954-1957 Dönemi
DP 1950-1954 arasındaki icraatları ile millet faktörünü
siyaset oyununa dahil etmiş, özellikle köylü kesimin büyük desteğini almıştı. O
yıllarda köy nüfusunun çok fazla olması, köy oylarını alan Parti'nin seçimleri
kazanması sonucunu doğuruyordu. DP'nin 1954 yılında yapılacak seçimlerde köy
oylarını alma noktasında sıkıntı çekmeyeceği kesindi. Traktör sayısındaki büyük
artış, tarımsal krediler ve hepsinden önemlisi köylünün ürününü satacağı
pazarlara ulaşması gibi tarım politikaları köylüyü çiftçi yapmıştı. Öte yandan
limanlar, barajlar, köprüler, köy içme suları gibi hizmetler sayesinde Türkiye
adeta şantiyeye dönmüştü.
1954 seçimlerinden önce DP, temel olarak kalkınmayı ve köylüye sağlanan desteği
vurgulayarak seçmenlerden oy istedi. CHP'liler ise Petrol Kanunu'nun yeni bir
kapitülasyon olduğunu belirterek, yabancı sermayenin Türkiye'ye gelişinden
duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. CHP'nin sönük geçen seçim
kampanyasının aksine DP, 1954 seçimlerinden önce son derece renkli ve hareketli
bir kampanya yürüttü. CHP Genel Merkezi'nin seçim sonrası hazırladığı rapora
göre CHP seçimler için 158 bin lira harcarken DP'nin kasasından 1.5 milyon lira
çıkmıştı.21
2 Mayıs 1954 günü yapılan genel seçimlerden Demokrat Parti, Cumhuriyet
tarihinin rekor oranıyla galip çıktı: %56.6 oy alan Demokrat Parti, 503
milletvekilliği kazandı. CHP ise %34.8 oranla parlamentoya ancak 31
milletvekili sokabildi. Yürürlükte olan çoğunluk sistemi DP'ye
milletvekilliklerinin neredeyse tamamını kazandırmıştı: %56.6 oy karşılığında
milletvekilliklerinin %93'ünü aldı.22
DP iktidarının ikinci dönemi olan 1954-1957 yılları
arasındaki 3 yıllık süre, Demokrat Parti'nin en fırtınalı ve en tartışmalı
dönemi olmuştur. 6-7 Eylül Olayları, İspat Hakkı, Hürriyet Partisi ve 29 Kasım
1955 DP Grubu Toplantısı gibi, DP iktidarının birçok önemli olayı bu sürede
yaşanmıştır. DP ve Menderes bu dönemde iktidara ısınmış, 1950'den itibaren
siyaset sahnesini yönlendiren millet, siyasetteki belirleyici rolünü giderek
sermaye'ye bırakmıştır. 1950'de CHP'den milletin eline geçen siyaset oyununun
ipleri, bu dönemde DP oligarklarına ve güçlenmeye başlayan sermayeye geçmiş,
millet siyasi aktörlükten figüranlığa inmiştir. Bu dönem, DP'nin 1950-1954
yılları arasındaki 4 yılın muhteşem mirasını yemeye başladığı dönemdir.
Nitekim Demokrat Parti seçimlerden sonra yeni bir havaya büründü: "Parti
en kuvvetli olduğu bir zamanda hatalar işleyecek ve kendi bünyesine ve
geçmişine uymayacak bir yola girecek gibi görülüyordu."23 Cumhurbaşkanı
Celal Bayar başta olmak üzere birçok DP'li, seçimlerde CHP'ye çalışmış
memurların cezalandırılması hususunda görüş birliği içindeydi. Etem Menderes,
bakanlıkların merkez teşkilatından olup da seçimlere muhalefet partilerinden
girenlerin, bağlı bulundukları bakanlıkların kapısından içeri alınmaması
gerektiğini yüksek sesle telaffuz ederken, Cumhurbaşkanı Bayar memurlar
arasında tasfiyenin kaçınılmaz olduğunu belirtiyor ve "Ben buradan işe
başladım bile. Üç dört kişiye yol verdim. Sıra büyüklere de gelecek"
diyordu.
DP'deki değişim yalnızca memur kıyımıyla sınırlı kalmıyordu. Kırşehir,
seçimlerde Cumhuriyetçi Millet Partisi'ne oy verdiği için 30 Haziran 1954'te
çıkarılan bir kanunla ilçe yapıldı. Emekli Sandığı Kanunu'nda değişiklik
yapıldı, ayrıca devlet memurlarıyla ilgili köklü değişikliklere gidildi. Bu
değişiklikler yapılmadan, bu kanunlarla ilgili Menderes'le görüşmek isteyen CHP
Grup başkanvekilleri randevu bile alamadılar. DP bir anda 1946'ların CHP'si
gibi olmuştu.24 Tek çözüm, parti içi mekanizmalardan gelecek olan tepki, belki
de başkaldırı idi! Parti içinde olup da farklı ses verenler, 'siyaseten prim
kazanmak' amacıyla hareket ettiğinden böyle bir tepki veya başkaldırı Demokrat
Parti'ye hiçbir zaman gelmedi.
Demokrat Parti iktidarı bir yandan baskıcı rejim hazırlıkları yaparken, diğer
yandan Türkiye'nin şantiye hali devam ediyordu. Ancak iktisadi hayat ilk dört
yıl gibi yolunda gitmeyecek, 1954-1958 yılları arasında, Anadolu'da 30-35 yılda
bir görülen kuraklık yaşanacaktı. Ayrıca, 1952'de Kore Harbi'nin sona ermesi
sebebiyle ihraç mallarının fiyatı yarı yarıya düşecek, ticaret hadleri (terms
of trade) 1960 yıllarının ortalarına kadar Türkiye'nin aleyhine olacaktı. Son
olarak da 1954 yılından sonra soğuk savaş şartları her yıl bütçenin %30'unun
Milli Savunma giderlerine ayrılması zorunluluğunu doğuracaktı.25
Ekonomideki bu olumsuzlukların tersine dış politikada altın bir dönem
başlamıştı. 1950-54 dönemi nasıl liberal demokrasi ve iktisadi alanda
başarılarla doluysa, 1954-1957 dönemi de Türkiye'nin dış politikasının en
başarılı dönemlerinden biri olmuştur. Bu dönemde dış politika, Dışişleri Bakanı
Fuad Köprülü tarafından değil, Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tarafından
yönlendirilmiş, Türkiye yıllarca meyvelerini yiyeceği atılımları bu yıllarda
yapmıştır.
"1955 yılı Nisan ayında Endonezya'nın Bandung kentinde Asya-Afrika Zirvesi
toplandı. Bu konferansa NATO üyesi olarak yalnız Türkiye katılıyordu. Çin
dışında konferansa katılan diğer Asya-Afrika ülkeleri ileride Tarafsızlar
Bloku'nun üyeleri olacaklardı. Zorlu Devlet Bakanı unvanı ile katıldığı bu
konferansa yine kuvvetli bir ekiple gitti, Konferans'ta etkin rol oynadı.
Emrivakilere karşı çıktı. Bazı yerleşmiş kanaatleri sarstı, hazırlanan oyunları
bozdu. Olay çıkardı. Mağlup olmadı."26
"Bandung'ta Türkiye nam yaptı, iyi bir şöhret kazandı. İş kolay değildi.
Konferans'a katılanların ekseriyeti, eski müstemlekelerdi, istiklâllerine yeni
kavuşmuşlardı. Eski müstemlekelerin sahiplerinin çoğu da NATO üyesi idi.
Türkiye de NATO üyesi idi. Buna rağmen, Bandung'ta Türkiye dinlenildi ve
sayıldı. Müstemlekeciliğin savunuculuğunu yapmadı tabii. Bandung atmosferinde
böyle bir şey hayal bile edilemezdi."27
Ağustos 1954'te Kıbrıs sorunu gündeme gelmişti. Yunanistan, Ada'yı ilhak için
Birleşmiş Milletler'e başvurmuş, ayrıca yaptığı mitinglerle de konuyla ilgili
ülke içinde kamuoyu oluşturmuştu. Birleşmiş Milletler bünyesinde de davasının
desteklenmesi için, İsrail yüzünden ilişkilerimizin bir süredir gergin olduğu
Arap ülkelerine yanaşmıştı. Türkiye ise Kıbrıs konusunda çok duyarlı idi.
Ada'nın Yunanistan'a terk edilmesine seyirci kalmak mümkün değildi.
İngiltere, Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturmak için bir
konferans düzenleyeceğini Türkiye ve Yunanistan'a 1955 Haziranı'nda bildirdi ve
bu ülkeleri konferansa davet etti. Türkiye'nin Kıbrıs'ın geleceği konusunda söz
sahibi olması kuşkusuz DP'nin dış politik zaferiydi. Hükümet bu daveti hemen
kabul etti ve davada kararlılığını göstermek için Yunanistan'a sert bir nota
vererek Kıbrıs konusundaki kışkırtmalarına son vermesini istedi.
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasındaki görüşmeler 27 Ağustos 1955'te
Londra'da başladı. Dışişleri Bakanlığı'na vekalet eden Fatin Rüştü Zorlu'nun
savunduğu Türk tezine göre, Ada Türkiye'ye verilmeliydi. Nitekim Lozan Antlaşması'yla
Kıbrıs adasına ayrı bir statü tanınmış, Türkiye, Kıbrıs'taki egemenlik
haklarını yalnız İngiltere'ye devrettiğini belirtmişti. Yine Lozan
Antlaşması'yla Ada'da yaşayan halklara iki yıl içinde Türk ya da İngiliz
uyruklarından birini seçme hakkı verilmişti. Ada dörtyüz yıla yakın bir süre
Türklerin elinde bulunmuşken, tarihin hiçbir döneminde Yunanlıların idaresine
geçmemişti. Kıbrıs, Yunanistan'a bin mil uzaklıktayken, Türkiye'ye yalnızca
kırk mil uzaklıktaydı. Ayrıca Ada'da tapulu toprakların %60'ı Türklere aitti,
Birinci Dünya Savaşı'na kadar da Ada'da çoğunluğu Türkler oluşturmaktaydı. Bu
nedenle Kıbrıs'ta Yunanlılar, Türkiye'nin muhatabı bile değildi. Ayrıca
İngilizler, Türkiye'den aldığı bir toprağı Yunanistan'a devredemezdi.28
Yunanistan, Türkiye'nin sert, kararlı ve hukuki mesnetlere dayanan tavrı
karşısında şaşkına döndü. Çünkü, Türkiye'nin böylesi bir tavrına o güne kadar
alışık değildi. Enosis'te direnmek için geldikleri "Lancaster
House"ta geri adım atmak zorunda kalan Yunanlıları, ilişkilerin son derece
gergin olduğu bir ortamda 5 Eylül 1955 Pazartesi günü Selanik'te Atatürk'ün
doğduğu ev ile Türkiye'nin Selanik Konsolosluğu arasında patlatılan bomba
kurtardı. Bomba haberi üzerine, 6 Eylül 1955 Salı günü İstanbul Beyoğlu'nda
toplanan kalabalık, sloganlarla Atatürk'ün evine yapılan saldırıyı protesto
etti. Ancak akşam saat 19.00'dan itibaren protesto, toplum psikolojisi ve tabii
ki bazı provokatörler sebebiyle nitelik değiştirdi. Daha çok Rum vatandaşların
bulunduğu bölgelerde dükkanların vitrinleriyle kepenkleri kırıldı, yine Rumlara
ait binalar, kiliseler, eğlence yerleri, okullar hatta mezarlıklar bile tahrip
edildi. 7 Eylül Çarşamba sabahına kadar devam eden olaylar sonunda yanmış,
yıkılmış ya da ağır şekilde tahrip edilmiş beşbin bina vardı. Bu binaların
büyük çoğunluğu Rumlara; bazıları da binaları tahrip edilen Rumlara komşu Türk,
Ermeni ve Musevilere aitti. Bu tecavüzler, İstanbul'a nazaran çok daha küçük
ölçüde olmak üzere İzmir'de ve Ankara'da da görüldü.
6 Eylül akşamı İstanbul'da bulunan Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan
Menderes saat 20.00 treniyle Ankara'ya hareket etmişlerdi. İzmit'e
vardıklarında olaylar kendilerine haber verildi. Onlar da hemen İstanbul'a geri
döndüler. Bizzat göstericilerin arasına girip olayları bastırmak için çaba
harcadılar. Aynı akşam Başbakanlık'tan yayınlanan bildiri ile İstanbul ve
İzmir'de sıkıyönetim ilan edildi.
6-7 Eylül olaylarının Londra Konferansı'nı olumsuz
etkileyeceği aşikardı. Nitekim siyasi görüşleri Fatin Rüştü Zorlu'yla hiçbir
zaman örtüşmeyen Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem de Londra'daki Lancaster
House Konferansı'na katılmış ve anılarında Türkiye'ye dönüş yolculuğunu şu
şekilde anlatmıştır: 29
"Lancaster House'tan doğruca, Havaalanına gittik. Uçağımız Belçika ve
Almanya üzerinden İstanbul'a uçacaktı. Yolda uğradığımız iki kentte de
gazetelerin büyük manşetlerle 6-7 Eylül olaylarını anlattığını gördük. Fatin
Bey, yolculuk sırasında çok üzgün ve suskundu. Bir aralık yanına giderek,
kendisini teselli etmek istedim. 'Bütün çabalarımız, Londra'da elde ettiğimiz
başarı, bir gecede heba olup gitti' dedi."30
6-7 Eylül olaylarının gerginliği iç politikaya da yansıdı.
Olaylardan bir ay sonra, DP IV. Büyük Kongre hazırlıklarının yoğunlaştığı
günlerde, DP'li 11 milletvekili "ispat hakkı" konusunu gündeme
getirdiler. Basına "ispat hakkı" tanınmasını, böylelikle yayın
organlarının kolayca sansür edilmesinin önüne geçilmesini isteyen
milletvekilleri bazı önemli isimleri de yanlarına çekerek genişlediler. Ancak
DP, bu milletvekillerinin bir kısmını ihraç etti, kalanlar da DP'den istifa
etti. Ayrılan milletvekilleri 20 Aralık 1955'te Hürriyet Partisi isimli bir
parti kurdular. Genel Başkanlığını Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu'nun yaptığı
Hürriyet Partisi'nde hiçbir zaman düzenli ve akılcı bir çalışma ortamı
kurulamadı. Parti'nin bir çalışma programı yoktu. Parti'nin ileri gelenleri
gece yarılarına kadar toplantılar yapıyor, ancak bu toplantılarda Parti'nin
gelişmesiyle ilgili herhangi bir karar alınmıyordu. Üstelik, bu toplantılardaki
önemsiz konuşmalar, ertesi gün DP ve CHP Genel Merkezi koridorlarına çoktan
ulaşmış oluyordu. Parti kurucuları ve Yönetim Kurulu üyeleri kendi seçim
bölgeleri dışında başka yerlerle ilgilenmiyor, yurt gezileri düzenlemiyorlardı.
Hürriyet Partisi milletvekili sayısında bir ara CHP'yi geçip ana muhalefet
partisi olduysa da, muhalefetini meclis dışına taşıyamadı.31
Oysa ki 1955 sonbaharında muhalefet yapmak için elverişli bir ortam vardı. 1955
yılının ilkbaharında havaların soğuk gitmesi tarım ürünlerinin fiyatlarının aşırı
yükselmesine yol açmıştı. Ayrıca inşaat malzemesi, traktör, yedek parça,
otomobil lastiği, kalay, çivi, ilaç gibi birçok ihtiyaç maddesi de döviz
darlığı sebebiyle piyasada bulunmuyordu. 1955 Haziran sonunda tekel maddelerine
ve Sümerbank ürünlerine yapılan zamlar halk arasında memnuniyetsizliği
arttırmış, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu'nun 300
milyon dolarlık bir kredi temin etmek üzere ABD'de uzunca bir süre kaldıktan
sonra Türkiye'ye elleri boş olarak dönmesi havayı daha da ağırlaştırmıştı.
Bütün bu olumsuzluklar içinde Demokrat Parti, tarihinin son Büyük Kongresi olan
Dördüncü Büyük Kongre'yi topladı. Yaklaşık 1300 delegenin katıldığı kongrede
seçimler, ilk üç kongrenin aksine hemen ikinci gün yapıldı. 15 Ekim 1955'te
çalışmalarına başlayan kongrede, 16 Ekim günü seçimler gerçekleşti. 17-18 Ekim
günleri delegelerin eleştiri ve dileklerini dile getirmeleriyle geçildi. Son
iki günün tek önemli olayı, 18 Ekim 1955'te İstanbul delegelerinden 50 imzalı
önerge verilmesiyle başladı. Önerge, uzun tartışmalara ve kavgalara yol açtı.
Önerge ile "partiden ayrılan milletvekillerinin milletvekilliği sıfatının
da kaldırılmasını sağlamak üzere bir kanun çıkarılması" teklif ediliyordu.
Menderes yaptığı konuşmada bu önergenin lehine sözler söyledi. "Partiden
çıkarılan milletvekillerinin DP içindeki kuyruklarının da kesilmesi
gerektiğini" ifade edince de gerginlik arttı. Divan Başkanı Tevfik İleri
ile bizzat Menderes'e şiddetli hücumlar oldu. DP delegesi her kongrede koyduğu
demokratik tavrını, Dördüncü Büyük Kongre'de son gün gösteriyordu. Önerge,
müzakere yapılmaksızın oya kondu. Gürültüler ve itirazlar arasında Divan
Başkanlığı önergenin kabul edildiğini açıkladı.
Muhaliflerince, Demokrat Parti'nin dikta rejimi kurma
teşebbüsünün bir adımı olarak nitelenen bu önerge ile getirilmek istenen
uygulama, günümüzde de tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Uygulamanın,
milletvekillerinin hareket serbestisini ve hürriyetini kısıtladığı; ayrıca,
Genel Başkanların milletvekilleri üzerindeki nüfuz ve otoritesini, hatta
baskısını arttırması anlamına geldiği için eleştirilmektedir. Bu tür eleştiriyi
yapanlar, yasaklarla parti değişmenin önüne geçilemeyeceğini, nitekim 1985-1995
yılları arasında kurulan "hülle partileri"nin bu tür ihtiyaca cevap verdiğini
savunmaktadırlar. Öte yandan başka bir kesim, çirkin transfer dedikoduları
yüzünden TBMM'nin yıpratıldığını savunmakta ve milletvekilinin seçildiği
partiden istifa edip başka bir partiye katılmasının doğru olmayacağı
görüşündedir.32
Dördüncü Büyük Kongre'den yaklaşık 45 gün sonra yaşanan önemli bir olay
Demokrat Parti'yi karıştırdı ve Parti'nin dönüm noktası oldu: 29 Kasım 1955
Salı günü Dr. Burhanettin Onat başkanlığında toplanan DP Meclis Grubu'nda
İktisat ve Ticaret Bakanı Sıtkı Yırcalı hakkındaki gensoru önergesi
görüşülecekti. Ancak Grup, yoğun baskısıyla gensoruyu hükümete yöneltti ve
arkası arkasına kürsüye çağırdığı bakanları istifa ettirdi. Bunun üzerine
kürsüye gelen Menderes, Bakanlar Kurulu'ndaki bakanların toptan çekildiğini
belirterek, kendisi ile ilgili kararı da grubun vermesini "kaderimi
sizlerin reylerinize terk ediyorum" sözleriyle istedi. Başbakanın bu
konuşması gruptaki havayı yumuşattı. Gruba başkanlık eden Burhanettin Onat,
Adnan Menderes hakkındaki güvenoylamasına geçti. Bir-iki milletvekili hariç
bütün grup Menderes'in lehinde oy kullandı. Menderes'in bakanlarını düşüren
grup, Menderes'e aşırı sevgi ve heyecanla sahip çıkmıştı. Bunun üzerine
Menderes tekrar kürsüye geldi, gruba teşekkür etti ve "Aslanlar gibi
insanlarsınız; siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz. Size layık olmaya
çalışacağım" diyerek kürsüden indi.
Birçok tarihçi, bu grup toplantısının Menderes'in zaferiyle sonuçlandığı
kanaatini taşır ve Menderes'in sözleri üzerinde durur. Böyle düşünenler, bu
sözlerle Menderes'in laiklik karşıtı, irticacı düşüncelerinin su yüzüne
çıktığını vurgularlar. Bu satırların yazarı ise Menderes'in bu olayla, kendi
bakanlarını gözünü kırpmadan harcamış bir başbakan olarak tarihe geçtiğini
savunmaktadır.33
1954-1957 döneminin önemli dış politika gelişmeleri sadece Londra Konferansı ve
6-7 Eylül olaylarının yankılarından ibaret değildir. Türkiye'nin öncülük ettiği
Bağdat Paktı Türkiye, Irak, İran, İngiltere ve Pakistan tarafından imzalanmış,
ancak Irak'taki darbeden sonra bu pakt yaşamamıştır.
Dış politikada bir başka önemli gelişme 1956 yılında İsrail, İngiltere ve
Fransa'nın, Mısır'a saldırmaları sonunda başlayan Arap-İsrail Savaşı'dır. Savaş
sürerken Sovyetler Birliği, İsrail, İngiltere ve Fransa'yı açıkça tehdit etti
ve Orta Doğu'ya asker göndereceğini açıkladı. Bunun üzerine Amerika devreye
girerek savaşı sona erdirdi. Savaş bittiğinde ABD'nin Arap dünyasındaki itibarı
olağanüstü sarsılmıştı. Orta Doğu'da güç boşluğu doğmuş ve bu boşluğun da SSCB
tarafından doldurulması ihtimali yükselmişti. ABD, Orta Doğu ülkelerinin
ekonomisini güçlendirmeye yardım ederek bu ülkeleri yanına çekmek istiyordu.
Sözü edilen yardımları sağlamak amacıyla ortaya atılan Eisenhower Doktrini,34
aslında Orta Doğu'daki güç dengesini ABD'nin çıkarlarına ve yararına göre
yaratma amacını taşıyordu. Türkiye, Eisenhower Doktrini'ne 22 Mart 1957 günü
katıldığını, ayrıca doktrini bölgede gerçekleştirebilmek için hazır olduğunu
açıkladı.35 Eisenhower Doktrini, Menderes Hükümeti için 1947 yılında Truman
Doktrini'nin açıklanması ile başlayan askeri ve ekonomik yardımın, Türkiye'nin
yanı sıra diğer Orta Doğu ülkelerine de genişlemesi olarak değerlendirilebilir.
Başbakan Adnan Menderes, söz verilen bu askeri ve ekonomik yardım sayesinde
ülke içinde de prestijini arttırmayı ümit ediyordu.
4. 1957-1960 Dönemi
1954 seçimlerinden sonra arkası arkasına yaşanan krizler,
başta Menderes olmak üzere Demokrat Partilileri yıpratmıştı. İktidar yorgun
düşmüş, Menderes aşırı derecede sinirli ve çevresine karşı kırıcı olmaya
başlamıştı. Öte yandan muhalefet partileri, 1958 yılında yapılacak seçimlere
tek listeyle girmek için görüşmeler yapıyordu. Demokrat Parti, muhalefete fazla
hazırlanma imkanı tanımadan 27 Ekim 1957 günü erken seçimlere gitti.
Seçimlerde muhalefete önceki seçimlerde olduğu gibi yine CHP öncülük etti. O
güne kadar meydan mitingleri ve kahve toplantılarından öteye gitmeyen
propagandalara 1957 seçimleri ile birlikte ev toplantıları da eklendi. 1957
seçimleri, bayrak, afiş ve el ilanlarının o güne kadar görülmedik biçimde
kullanılmaya başlandığı seçim oldu.36
Seçimlere katılım oranı %76.6 seviyesinde gerçekleşti. Demokrat Parti oylarını
yüzde ellinin altına düşürdü ve %47.3'te kaldı. Cumhuriyet Halk Partisi ise
%40.6 oranını yakaladı. Çoğunluk sistemi yürürlükte olduğundan, oy oranlarına
göre milletvekili sayılarındaki adaletsizlik bu seçimlerde de göze çarpıyordu:
DP 408 milletvekili, CHP 173 milletvekili kazandı.
Demokrat Parti'nin 1957 seçimlerinde aldığı %47.3 oranındaki oy genellikle tüm
tarihçiler tarafından "ağır yenilgi" olarak ifade edilir. Halbuki bu
oran 7 yıllık iktidar yıpranmışlığına ve etkin muhalefete karşı bir başarı
olarak da değerlendirilebilir. Demokrat Parti, 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini
kazanarak, Türkiye'de üst üste 3 seçim kazanan tek parti olma özelliğini de
taşımaktadır. Bu rekorun uzun yıllar kırılması da pek mümkün görülmemektedir.
Bütün bunlara rağmen Demokrat Parti, 1957 seçimlerinden, 1954'e oranla %9.3 oy
kaybederek çıktı. İki il hariç, oy oranları her seçim çevresinde düştü. DP,
çoğunluk sisteminin kendisine sağladığı avantaja rağmen milletvekili sayısı
bakımından da eski gücünde değildi. Bu düşüşün sebeplerini şu şekilde
özetleyebiliriz:
1 Milli Korunma Kanunu'nun uygulamasındaki başarısızlık
döviz sıkıntısını doğurmuş; cam, lastik, pil, inşaat malzemesi, çay, kahve,
ilaç, gözlük camı gibi maddeler karaborsaya düşmüştü. Bu da, milletin Demokrat
Parti iktidarını haklı eleştirilerine yol açıyordu.
2 Demokrat Parti'nin 1946-1950 arası yaptığı demokrasi mücadelesinden ve
söylediği sözlerden eser yoktu. Aynı sözler şimdi muhalefet tarafından
söyleniyordu. Bu da sayıca az, ancak "özgül ağırlık" bakımından fazla
olan toplumun önemli kesimlerinin DP'ye sırt çevirmesine ve dolayısıyla
toplumun diğer katmanlarının da etkilenmesine yol açmaktaydı.
3 Demokrat Parti ispat hakkı konusunda son derece inatçı ve yanlış tutum
izlemişti. Bu, partinin küçülmesine, önemli partililerini kaybetmesine ve
Hürriyet Partisi'nin doğmasına neden olmuştu. Muhalefetin "hırsıza hırsız
denilemeyecek" sözleri haklı bir eleştiri olarak görünüyordu.
4 Kırşehir, 1954 seçimlerinde Millet Partisi'ne oy vermesi yüzünden
cezalandırılmış ve 30 Haziran 1954'te ilçe yapılmıştı. Bu durum üç yıl sürdü ve
DP iktidarı 12 Haziran 1957 günü TBMM'de kabul edilen bir kanun ile Kırşehir'in
yeniden il olmasını sağladı. Ancak Kırşehir'in yeniden il olması tasarısı
mecliste görüşülürken, Osman Bölükbaşı, Nevşehir'e bağlanan Kozaklı ve
Hacıbektaş ilçelerinin Kırşehir'de kalması gerektiğini vurgulamıştı. Bu isteği
kabul edilmeyince de başta Celal Bayar olmak üzere Meclis'e ve Meclis başkanına
ağır sözlerle saldırmıştı. Bu sözleri Bölükbaşı'nın başına büyük işler açtı.
Dokunulmazlığı kaldırıldı, tutuklanarak cezaevine girdi. Seçimler sırasında da
hâlâ hapis yatıyordu. Bu durum Demokrat Parti'nin, muhaliflerini susturmak
için onları zindanlara tıkan bir siyasal teşekkül olarak algılanmasına yol
açtı.
5 Aday listelerinin tanziminde yapılan hatalar, yerel unsurlara önem
verilmemesi, adayların Menderes ve yakınındaki üç-beş kişi tarafından
belirlenmesi, 1957 seçimlerinde oy kaybının en önemli sebebi olarak karşımıza
çıkmaktadır: Demokrat Parti Genel İdare Kurulu tarafından aday tespitinin
yapıldığı 28 ilin 14'ünde tamamen, 3'ünde de kısmen seçimler kaybedilmişti.
Adayların önseçimle belirlendiği yani aday tespitinin teşkilatlara bırakıldığı
39 ilin 33'ünde seçimler kazanılmıştı.
6 Yeni yüzler, yeni sözler isteyen seçmenlerin, yedi yıldır sürmekte olan
Demokrat Parti iktidarından bıkması da oy kaybının bir başka sebebidir. Ayrıca,
bazı seçim çevrelerinde, oralara özgü işlenen hatalar da oy kaybına yol
açmıştır. Örnek olarak, doğunun ilk üniversitesi Elazığ'a açılacakken, Erzurum
Milletvekili Merhum Rıfkı Salim Burçak'ın Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı
dönemde kanun teklifi "Atatürk Üniversitesi'nin Erzurum'a kurulması"
yönünde verilmiş ve öyle de gerçekleşmiştir. 1957 seçimlerinde de Elazığ,
elbette DP'yi cezalandırmıştır.37
Seçimlerden sonra kurulan Beşinci Menderes Hükümeti, 1950-1960 döneminin son
hükümeti olmuştur. Bu hükümet göreve gelir gelmez yaşanan "Dokuz Subay
Olayı" 1958 Türkiyesi'nin önemli gündem maddelerinden biriydi. Kurmay
Binbaşı Samet Kuşçu'nun ihbarıyla dokuz subay 26 Aralık 1957'de tutuklandı. Bu
subayların askeri bir darbe hazırlığı içinde oldukları iddia ediliyordu. Fakat
böyle bir cuntanın varlığı kanıtlanamadığı için, Samet Kuşçu iftiradan mahkum
oldu. 38
DP iktidarı 4 Ağustos 1958 tarihinde Türk Lirası'nın 11
yıldır sabit tutulan değerini düşürmek zorunda kaldı. Hükümet, borç erteleme ve
yeni kredi talepleriyle başvuruda bulunduğu uluslararası kuruluşlardan, ciddi
bir istikrar programı uygulanması ve Türk Lirası'nın devalüe edilmesi gibi
önlemler alınmadığı takdirde hiçbir destek göremeyeceği cevabını alınca
istikrar programını hazırlamak zorunda kalmıştı. İstikrar paketinin ilk önemli
kararı, 8 Ağustos 1958'de Türk Lirası'nın Amerikan Doları karşısındaki
değerinin 2.82 liradan 9.45 liraya düşürülmesi oldu.
1958 istikrar programının diğer unsurları arasında ise, ithalat ve ihracat
rejimlerinde serbestleşmeye yönelinmesi, KİT'lerin ürettiği mal ve hizmetlerin
fiyatlarına zam yapılması, özel kesimin ürettiği mal ve hizmetler üzerindeki
fiyat denetiminin kaldırılması, Merkez Bankası'nın kamu kesimine açtığı
kredilerde ciddi kısıtlamalar getirilmesi gibi önlemler yer alıyordu. Bu
önlemlerin alınmasıyla birlikte Türkiye'nin dış borçları konsolide edildi ve
ödemeler dengesi açığı azaldı, enflasyon düştü. Ancak, büyüme hızı geriledi ve
iktisadi durgunluk baş göstermeye başladı.39
1959 yılının başında Kıbrıs Sorunu'nda çözüme yaklaşıldığının ciddi belirtileri
ortaya çıktı: Taraflar, bağımsız bir cumhuriyet kurma hususunda ilke
anlaşmasına vardılar. Türk ve Yunan Hükümetlerinin Başbakanları Menderes ile
Karamanlis, 11 Şubat 1959'da Zürih'te bu konuda bir antlaşma imzaladılar. Esas
antlaşmanın da, bir hafta sonra Londra'da imzalanmasını kararlaştırdılar. Üçlü
Kıbrıs Konferansı adı verilen Londra'daki bu imza töreni için Başbakan Menderes
ve beraberindeki heyeti taşıyan uçak 17 Şubat 1959'da Londra yakınlarında
düştü. Uçakta bulunan 35 kişiden 15'i öldü, içlerinde Menderes'in de bulunduğu
10 kişi yaralı kurtuldu.
Adnan Menderes, Kıbrıs'la ilgili Londra Antlaşmalarını 19 Şubat 1959'da
klinikte imzaladı. Londra Antlaşmaları dört antlaşmayı içeriyordu:
⦁ Kıbrıs'taki İngiltere egemenliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti'ne devrine ilişkin
Kuruluş Antlaşması,
⦁ Kıbrıs'ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasa düzenini teminat
altına alan Garanti Antlaşması,
⦁ Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasında yapılacak Askeri İttifak Antlaşması,
⦁ Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nın temel maddeleri.40
Menderes, 26 Şubat'ta İstanbul'a döndü. Menderes'in yurda
dönüşü, onun halk tarafından nasıl sevildiğini gösteriyordu. Yeşilköy
Havaalanı'nda yüzbinler Menderes'i muazzam bir tezahüratla karşıladı. Yurdun
dört köşesinde binlerce kurban kesildi. Halkın içinde Menderes'in kazadan
kurtuluşu "Allah'ın sevgili kulu" olmasına bağlanıyordu. 27 Şubat'ta
Menderes Ankara'ya geçti. Ankara'da da muazzam bir karşılama yapıldı.
Karşılayanlar arasında bulunan İsmet İnönü, Menderes'e geçmiş olsun dileklerini
iletti ve el sıkıştı. Bu, Menderes ile İnönü'nün son tokalaşmasıydı.41 Nitekim,
sonu 27 Mayıs Darbesi'ne kadar gidecek olan süreç başlamıştı.
Muhalefet partilerinin bir araya gelmesi amacını güden
"Milli Muhalefet Cephesi" için ilk gelişme Cumhuriyetçi Millet
Partisi ile Türkiye Köylü Partisi'nin 16 Ekim 1958 tarihinde birleşerek
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını alması ile yaşandı. Diğer
muhalefet partisi olan Hürriyet Partisi de 24 Kasım 1958'de CHP'ye katıldı. Bu
katılımdan bazı demokratlar, kendi deyimleri ile "adeta irkildi."42
Bu irkilmenin ürünü olarak "Vatan Cephesi" doğdu. DP içinde Vatan
Cephesi kurulmasına karşı cılız bir ses yükseldiyse de Celal Bayar'ın da
devreye girmesiyle Kasım ayı içinde Vatan Cephesi'ne hız verildi. Ancak
Demokrat Parti yönetimi Vatan Cephesi Teşkilatı ile ilgili yeterli tanıtım ve
propaganda yapılamamasından şikayetçiydi. DP, basının desteğini kaybetmişti.
Zafer gazetesinin yayınları da yetersiz bulununca, geriye bir tek radyonun,
Vatan Cephesi'nin propaganda aracı olarak kullanılmaya başlanması kalıyordu.
Demokratlar bu düşüncelerini hayata geçirerek, her haber saati öncesinde, Vatan
Cephesi'ne katılanların isimleri ve mensup oldukları illerin listesini radyodan
okutmaya başladılar. Ancak, bu durum öylesine abartıldı ki, vatandaşların çoğu
radyolarını kapatma yoluna gittiler. Diğer taraftan muhalefet, radyoda okunan
isimlerin hayali kişilerden oluştuğunu iddia ediyordu. Muhalefete göre
Konya'daki demokratlar, Vatan Cephesi'ne katılanların listesi hazırlanırken
isim uydurmakta güçlük çekmişler, Konya Mezarlığı'ndaki mezar taşlarından 1200
ismi yazarak Ankara'ya göndermişlerdi!43 Sonuçta Vatan Cephesi gereksiz yere
havayı gerginleştiren bir örgüt olarak tarihteki yerini aldı.
Demokrat Parti Vatan Cephesi ile uğraşırken muhalefet, özellikle de CHP,
iktidar aleyhine Ankara merkezli kampanyalar yürütüyordu. Ancak halk,
muhalefete fazla ilgi göstermiyordu. Bunun üzerine CHP, muhalefeti halk
hareketi haline dönüştürmeye karar verdi. Bu çerçevede CHP, Ege illerini kapsayan
ve "Büyük Taarruz" olarak adlandırdığı propaganda seferini 29 Nisan
1959'da Uşak'tan başlattı. Grup, DP İl Binası'nın önünden geçerken, iki
partinin taraftarları arasında karşılıklı sataşmalarla başlayan kavgada DP İl
Binası tahrip edildi. CHP kafilesi, ertesi sabah Manisa'ya hareket etmek üzere
Uşak Garı'na geldiğinde bu kez DP'li bir grup kafileye saldırdı. Bu arada
atılan taşlardan biri İsmet İnönü'nün başına isabet etti. Bu olayı Manisa
konuşmasında değerlendiren İnönü "... benim hayatıma kastetmek için
harekete geçmişlerdir. Muhalefet aleyhine ehli salip isnadı ve muhalefeti
karınca gibi ezmek tavsiyesi, gece sabaha kadar Ankara'da tertiplenerek
tatbikata konmuştur. Azınlıkta olan iktidar, nihayet kaba kuvvetle bir dehşet
idaresi kurarak, vatandaşları insan haklarından mahrum yaşatmaya karar vermiş
görünüyor" diyecekti.44
Büyük Taarruz'un Ege ayağını tamamlayan İnönü 4 Mayıs 1959'da İstanbul'a geçti.
Yeşilköy Havaalanı'na inen İnönü, oradan arabayla şehre hareket etti. Arabası
Topkapı'ya gelince 10-15 kişilik bir grubun saldırısına uğradı. Araba
tekmelendi, camları taşlandı. Büyük Taarruz 7 Mayıs'ta bitti. İnönü Ankara'ya
döndü. Ankara'da da yer yer polisle çatışmalar oldu.45
Gerçi kavga eden gruplar hiçbir yerde ellişer kişiyi
geçmiyordu. Ancak idarenin olayları önlemekteki beceriksizliği her yerde
ortaya çıkıyordu. Kavgalara karışan az sayıdaki insana önlem alınamayınca
toplum psikolojisi devreye giriyordu. Meydanlar, toplum psikolojisine terk
edildiğinde ise provokasyonların ardı arkası kesilmiyordu.
1959 yılının yaz aylarında siyasi hava bir parça yumuşadıysa
da, Eylül ayında CHP'nin Çanakkale Gezisi ile olaylar dönemi yeniden başladı.
1960 yılının Şubat ayının ilk günlerinde İnönü'nün Konya gezisinde Konya
olayları yaşandı. İsmet İnönü'nün her gittiği yerde kavga çıkması -İnönü şimdi
de Kayseri gezisi düşündüğünden- Kayseri Valisi Ahmet Kınık'ı tedirgin
ediyordu. Vali; siyasi toplantıları yasakladığından dolayı İnönü'den Kayseri'ye
gelmemesini istedi. Ancak İnönü, programını değiştirmedi. Kayseri'de Vali'nin
bu anlamsız tutumu hariç bir olay yaşanmadı.
İdarenin, İsmet İnönü'ye ve CHP'lilere yaklaşımı, görüldüğü gibi 1959 yılından
itibaren oldukça sertleşmişti. CHP zaten siyasi havayı sertleştirmek istiyordu.
DP ise CHP'nin oyununa gelmiş ve 1946-1950 arasında CHP'nin kendisine
uyguladığı baskıların benzerlerini bu kez kendisi, CHP'ye karşı kullanmaya
başlamıştı. Halbuki, 27 Mayıs Darbesi'ne giden yolda idare, demokrasinin asgari
kurallarını işletebilseydi, hem DP'nin gücü ortaya çıkacaktı hem de CHP'nin
kamuoyu desteğini kaybettiği görülecekti.
Halbuki DP, ortamı daha da germek için sanki özel çaba gösteriyordu: Tahkikat
Komisyonu kuruldu. Komisyon, CHP'nin yasa dışı yöntemlerle siyasal mücadele
yaptığını, bir kısım basının da onu bu yolda desteklediği iddialarını
inceleyecekti. Tahkikat Komisyonu ilk iş olarak siyasi faaliyetleri durdurdu,
yayın yasakları koydu. Komisyon bir ay içinde görevini tamamladı.46
Tahkikat Komisyonu'na yetki veren kanunun TBMM'de kabul edilmesinden bir gün
sonra İstanbul'da, iki gün sonra da Ankara'da binlerce öğrencinin katıldığı
hükümeti protesto gösterileri yapıldı. İstanbul'daki olaylar, 28 Nisan 1960
günü saat 9.30'da başladı ve yaklaşık 7 saat sürdü. Polis, göstericilerin önüne
barikat kurduysa da öğrencileri durduramadı. Çatışma çıktı.47 Turan Emeksiz
isimli öğrenci seken bir kurşunla öldü. Ayrıca 16'sı polis 40 yaralı vardı.
Olaylar büyünce İstanbul Valisi Ethem Yetkiner hükümete "derhal sıkıyönetim
ilan edilmesi" teklifinde bulundu. Hükümet de bu teklife uyarak saat
15.00'ten itibaren İstanbul ve Ankara'da sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetimin
ilanı, olayların 29 Nisan 1960 Cuma günü Ankara'ya sıçramasına engel olamadı.
Ankara'daki daha büyük gösteri 555K parolası ile 5 Mayıs günü saat 5'te
Kızılay'da yapıldı.
Adnan Menderes, sıkıntılı günlerinde kendisini halkın içine atardı.
Kalabalıklar, kendisine gösterilen sevgi, onun ilacıydı. Gerginleşen siyasal
atmosfer Menderes'i bunaltıyor, o da, bu havadan kurtulmanın yolu olarak yine
kendini miting alanlarına atmayı düşünüyordu. Demokrat Partili
milletvekillerinin bir kısmı ise Menderes'in geziye çıkması ve miting yapması
fikrine sıcak bakmıyordu. Ankara karışıktı. Gerginleşen siyasal hava DP'nin aleyhine
idi. Darbe söylentileri ayyuka çıkmıştı. Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan
edilmiş, buna rağmen olaylar önlenememişti. İlginçtir ki olaylar yalnızca
sıkıyönetimin olduğu Ankara ve İstanbul'daydı. Böyle bir ortamda Menderes'in
geziye çıkmak yerine Ankara'da kalıp duruma hâkim olması gerekirdi. Ancak
Menderes, kendisini yine halkın arasına attı. İlk olarak, denizyoluyla geçtiği
Çanakkaleli halk Menderes'e sahip çıktı. Daha sonra da miting için geldiği
İzmir'de bütün Egeli yurttaşlar. Bergama, Manisa ve Turgutlu mitinglerinin de
diğerlerinden kalır yanı yoktu. 1946-1950 arasındaki coşku geri gelmişti.
Çocuklarına bayramlık elbiselerini giydirip miting alanlarına koşan Egeliler,
Menderes'i bağırlarına bastılar.
Menderes, son gezisi olan Eskişehir'de, 25 Mayıs'ta
"Yolumuz, seçim yoludur. Serbest seçim yoludur" sözleriyle erken
seçimin sinyallerini verdi. Ama, 27 Mayıs 1960 Darbesi Menderes için sonun
başlangıcıydı.
5. 27 Mayıs Darbesi ve Sonrası
27 Mayıs Darbesi Silahlı Kuvvetlere mensup otuzyedi subay tarafından
gerçekleştirilmişti. Ancak darbe, emir-komuta zinciri içinde yapılmamıştı. Bu
sebeple darbeciler daha ilk günden "cunta" görüntüsü vermeye
başlamıştı. Darbeciler, kendilerine meşruiyet temelleri arama zorunluluğu
duyuyorlardı. Meşruiyet sorunu, her fırsatta "27 Mayıs Devrimi'ni yapan
Türk Milleti" ibaresi kullanılarak çözülmeye çalışılacaktı.
27 Mayısçılar darbeden sonra, üniversitenin desteğini arkalarında güçlü bir
şekilde hissedebilmek için "biraz devrim, biraz hukuk" mantığını
çalıştırdılar. 27 Mayı'sı gerçekleştiren subaylar (Milli Birlik Komitesi), bu
yönde ilk adımı 12 Haziran 1960'da Geçici Anayasa'yı kabul ederek attı. Geçici
Anayasa ile Demokrat Parti mensuplarını yargılamak üzere, üyeleri Bakanlar
Kurulu'nun teklifi üzerine Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından seçilecek
olan Yüksek Adalet Divanı adlı bir olağanüstü mahkeme kurulması öngörülüyordu.
Olağanüstü mahkeme kısa sürede oluşturulduktan sonra 1950-1960 dönemi
Yassıada'da yargılanmaya başlandı.
Dünya hukuk tarihinin patolojik simgesi Yassıada Duruşmalarında Celal Bayar,
hep eski Kuva-yı Milliyeci Bayar'dı. İstiklal Savaşı'nın Galip Hocası, sert,
ciddi, metin bir devlet adamı görüntüsünde ve edasında idi. Adnan Menderes ise
aşırı nazik ve kibar, ayrıca mahkeme heyetine abartılı şekilde saygılı
davrandı. Diğer yargılananlardan tamamına yakını vakurdu. Devlet adamı
niteliklerini korudular.
Yassıada'da duruşmalara 14 Ekim 1960'ta başlandı. Kararın açıklandığı 15 Eylül
1961'e kadar geçen 11 ay 1 gün içinde toplam 592 sanık hakkında 19 ayrı dava
açıldı. Başsavcı, bu davalarda 228 sanık hakkında idam cezası istedi. Toplam
202 oturum yapıldı, 1000'i aşkın tanık dinlendi. Ancak Mahkeme Heyeti, savunma
tanıklarının neredeyse tamamını "gereksiz" gördüğünden dinlemedi.
Tanıkların çoğu, kendilerine ezberletilen metinleri mahkeme salonunda tekrar
etti.
Yassıada Davalarının adları, açılma ve karar tarihleri ile
verilen kararlar şu şekilde özetlenebilir:
1 Köpek Davası (14 Ekim 1960-24 Ekim 1960): Celal Bayar ve
Tarım eski Bakanı Nedim Ökmen, Afganistan kralı tarafından Bayar'a hediye
edilen bir Afgan tazısını zorla Hayvanat Bahçesi'ne satmaktan yargılandılar ve
mahkum oldular.
2 6-7 Eylül Olayları Davası (20 Ekim 1960-5 Ocak 1961): Bu dava 1955'te halkı
İstanbul'da yaşayan Rumlara karşı ayaklanmaya azmettirmek ve can ve mala zarar
vermek iddiasıyla açıldı. Sanıklardan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve
İzmir eski Valisi Kemal Hadımlı mahkum oldu, diğer sanıklar beraat etti.
3 Bebek Davası (31 Ekim 1960-22 Kasım 1960): Adnan Menderes gayri meşru
çocuğunu öldürmeye azmettirmek iddiasıyla yargılandı. Beraat etti.
4 Vinileks Şirketi Davası (4 Kasım 1960-26 Kasım 1960): Hasan Polatkan, kişisel
çıkar karşılığı Vinileks Şirketi'ne usulsüz kredi vermek iddiasıyla yargılandı
ve mahkum oldu.
5 Dolandırıcılık Davası (8 Kasım 1960-3 Aralık 1960): Eski bakanlardan
Hayrettin Erkmen ve Zeyyat Mandalinci ABD'ye yaptıkları geziden artan dövizleri
geri vermemek iddiasıyla yargılandı. Her ikisi de beraat etti.
6 Arsa Davası (11 Kasım 1960-26 Kasım 1960): Tarım eski Bakanı Nedim Ökmen,
hükümeti, eşine ait arsaları fahiş fiyattan satın almaya zorlamaktan yargılandı
ve mahkum oldu.
7 Ali İpar Davası (15 Kasım 1960-19 Ocak 1961): Adnan Menderes, Fatin Rüştü
Zorlu, Hasan Polatkan, Medeni Berk ve Hayrettin Erkmen ile İpar Transport
Şirketi'nin sahibi armatör Ali İpar döviz yasasını ihlal etmek iddiasıyla
yargılandılar ve mahkum oldular.
8 Değirmen Davası (18 Kasım 1960-3 Aralık 1960): Ticaret
eski Bakanı Sıtkı Yırcalı yolsuz kredi kullanımı suçuyla yargılandı. Zaman aşımına
uğradığından dava düştü.
9 Barbara Davası (21 Kasım 1960-20 Aralık 1960): Hasan Polatkan ve Refik
Koraltan, bir Alman hizmetçi getirmek ve kendisine döviz tahsis ederek Döviz
Kanunu'nu ihlal etmekten yargılandı. Her ikisi de mahkum oldu.
10 Örtülü Ödenek Davası (25 Kasım 1960-2 Şubat 1961): Adnan Menderes ve
Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Başbakanlık örtülü ödeneğini yasalara
aykırı biçimde kullanmaktan yargılandılar ve mahkum oldular.
11 Radyo Davası (29 Kasım 1960-26 Aralık 1960): Adnan Menderes ve yedi eski
bakan devlet radyosunu, siyasal amaçlarına alet ederek partizanca kullanmak,
muhalefete radyoyu kullanma hakkını tanımamak ve bu suretle anayasayı ihlal
etmek suçuyla yargılandılar ve mahkum oldular.
12 Topkapı Olayları Davası (2 Aralık 1960-17 Nisan 1961): Celal Bayar, Adnan
Menderes, eski bakanlar ve eski milletvekillerinden oluşan toplam 60 sanık, 4
Mayıs 1959'da Topkapı'da İsmet İnönü'ye karşı bir suikast düzenlemek amacıyla
halkı kışkırttıkları gerekçesiyle yargılandı. Aralarında Celal Bayar ve Adnan
Menderes'in de bulunduğu 17 sanık mahkum oldu, 43 sanık beraat etti.
13 Çanakkale Olayları Davası (27 Aralık 1960-10 Mart 1961): Adnan Menderes ve
üç eski bakan, CHP'li iki milletvekilinin seyahat özgürlüğünü engellemek
suçuyla yargılandılar ve mahkum oldular.
14 Kayseri Olayı Davası (9 Ocak 1961-20 Nisan 1961): CHP Genel Başkanı İsmet
İnönü'nün seyahat özgürlüğünü engellemek suçuyla yargılanan 13 sanıktan 8'i
beraat etti, içlerinde Celal Bayar ve Adnan Menderes'in de bulunduğu 5 sanık
mahkum oldu.
15 Demokrat İzmir Davası (12 Ocak 1961-5 Mayıs 1961): 2 Mayıs 1959 tarihinde
halkı "Demokrat İzmir" gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik
iddiasıyla yargılanan 24 sanıktan 8'i beraat etti, içlerinde Adnan Menderes'in
de bulunduğu 16 sanık mahkum oldu.
16 Üniversite Olayları Davası (2 Şubat 1961-27 Temmuz 1961): 28 Nisan 1960'da
İstanbul'da ve 29 Nisan 1960'da Ankara'da meydana gelen olaylarla ilgili açılan
bu davada 118 sanık yargılandı. Demokrat Partili bakanların yanı sıra bazı Silahlı
Kuvvetler mensupları ile Emniyet görevlileri bu davada sanık sandalyesindeydi.
Kanunlara aykırı olarak üniversiteyi basmak, halka ateş açmak ve yasalara
aykırı olarak sıkıyönetim ilan etmek suçuyla yargılanan 118 sanıktan 84'ü
mahkum olurken, 34'ü de beraat etti.
17 İstimlak Davası (17 Nisan 1961-21 Haziran 1961): Adnan Menderes ve 9 eski
devlet memuru, İstanbul'da birçok vatandaşın mülkünü bedelini tam olarak
ödemeden istimlak etmek iddiasıyla yargılandı. Menderes, mahkum oldu.
18 Vatan Cephesi Davası (27 Nisan 1961-21 Haziran 1961): Demokrat Parti'nin
önde gelenlerinden 22 kişi, Vatan Cephesi'ni kurarak, bu örgütü bir sınıfın
başka bir sınıf üzerinde tahakkümü için araç olarak kullanmak suçlamasıyla
yargılandı. Aralarında Bayar ve Menderes'in de bulunduğu 19 sanık mahkum
olurken, 3 sanık beraat etti.
19- Anayasanın İhlali Davası (11 Mayıs 1961-5 Eylül 1961): Başsavcı bu
davanın iddianamesinde, Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesini ihlal eden 8
suç saydı:
a- 1951 ve 1953 yıllarında CHP'nin mallarına el konulması
b- Kırşehir'in CKMP'ye oy verdiği için 1954 yılında ilçe yapılması, böylelikle
halkın siyasal inançlarından dolayı cezalandırılması,
c- 1953 yılında, hükümete 25 yıllık hizmet süresini dolduran yargıçları
emekliye ayırma hakkı tanıyan kanun
d- 1954 ve 1957 yıllarında Seçim Kanunu'nun demokrasiye aykırı olarak
değiştirilmesi, e- 1956'da toplantı ve gösterileri kısıtlayıcı kanunların
çıkartılması, f- 1960 yılında art niyetle Tahkikat Komisyonu'nun kurulması, g-
Tahkikat Komisyonu'na olağanüstü yetkiler verilmesi,
h- Tahkikat Komisyonu'na verilen olağanüstü yetkilerle anayasanın fesih ve
ilgasına yeltenilmesi.
Anayasanın İhlali Davası'nda 400'ü aşkın sanık yargılandı ve
hemen hemen hepsi mahkum oldu.
Sonuç olarak, Yüksek Adalet Divanı, Celal Bayar, Adnan
Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı oybirliği ile, 11
"sanığı" da oyçokluğu ile idam cezasına çarptırdı. 31 Demokrat
Partili sanık ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken, 418 sanık da, 6 ayla 20
yıl arasında değişen çeşitli hapis cezaları aldı. 123 sanık beraat ederken, 5
sanık hakkındaki dava düştü.
Milli Birlik Komitesi, Yüksek Adalet Divanı'nın kararlarının açıklanmasından
sonra toplanarak Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hakkında
oybirliğiyle alınan idam kararlarını onayladı. Celal Bayar'ın cezası, yaşı 65
yaşını geçmiş olduğundan, idama mahkum edilen diğer 11 "sanığın"
cezaları da, haklarındaki kararlar "oyçokluğu" ile verildiğinden ömür
boyu hapse dönüştürüldü. Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de
İmralı Adası'nda idam edildi. Adnan Menderes ise 15 Eylül günü intihara
teşebbüs etti. İntiharı önlendi, 17 Eylül günü 14.30'da o da idam edildi.
6. Demokrat Parti'nin Aklanması
27 Mayıs'ın "Hürriyet ve Demokrasi Bayramı" olarak
kutlatılması, yirmi yıl sürdükten sonra 12 Eylül 1980 İhtilali'yle sona erdi.
Yine 27 Mayısçıların kendilerini ölene kadar tabii senatör ilan etmeleri ve
ülke yönetiminde ölene kadar söz sahibi olma arzuları 12 Eylül'le birlikte sona
erdi.
Demokrat Parti ve mensupları, Yassıada yargılamalarında zimmet ve diğer mali
suçlamalardan aklanarak çıkmışlardı. Kamuoyu vicdanında ve tarih karşısında
aklanıp aklanmadığı konusunda ise şunlar söylenebilir:
1- 27 Mayıs'tan sonra kurulmuş birçok siyasi parti, kamuoyunun görüş ve
eğilimlerine uygun olarak "DP'nin devamı hatta kendisi olduklarını, onun
hizmet felsefesini, demokrasi tutkusunu, hedef ve misyonunu sürdürme azim ve
kararında olduklarını" açıkça ilan etmekte birbirleriyle yarışmışlardır.
2 27 Mayıs zihniyetinin ağır baskılarına rağmen, gerek Meclis gerekse
Cumhuriyet Senatosu, DP ile ilgili af kanunlarını birbirinin peşi sıra
çıkarmıştır.
3 27 Mayıs'ın hemen ardından türlü türlü "haksız iktisap"la suçlanan
Demokrat Partili milletvekillerinden hiçbiri Yassıada Mahkemesi'nde görülen
"hırsızlık ve suiistimal" davalarından mahkumiyet almamışlardır.
4 Caddelere, havaalanlarına, üniversitelere ve önemli tesislere "Adnan
Menderes" ve "Celal Bayar" isimleri verilmiştir.
5 "Demokrasi şehitleri" denilerek Anıtkabir'e gömülmüş olan birkaç
öğrencinin mezarı 12 Eylül 1980 İhtilalinden sonra Anıtkabir'den taşıtılmıştır.
6 Celal Bayar 1986 yılında vefat ettiğinde cenazesi Harp
Okulu Öğrencileri tarafından taşınmış, Silahlı Kuvvetlerin en üst düzeydeki
komutanları (birçoğu 27 Mayıs 1960'da Yüzbaşı idi) cenazenin arkasından saygı
yürüyüşü yapmışlardır.
7 TBMM, DP mensupları için "iade-i itibar" kanunu çıkarmıştır.
8 Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın mezarları, idamlarının
29. yılında "devlet töreni" ile İmralı'dan İstanbul'daki Anıtmezar'a
taşınmış, bu törene tahminen bir milyon kişi katılmıştır.
9 1914 yılında Enver, 1953 yılında Fatih "moda" isimler olmuştu.
Bütün baskılara ve idamlara rağmen, 1960 ve 1961 yılının en yaygın isimlerinin
"Adnan" ve "Menderes" olması kamuoyunun DP'ye bakışını
göstermesi açısından belki de en önemli göstergesidir.
B. 1950-1960 Döneminde Türkiye
1 Nüfus: 1950'de 20 milyon 900 bin olan Türkiye nüfusu, 1960 yılına
gelindiğinde 27 milyon 700 bine ulaştı.
2 Temel Ekonomik Veriler: Türkiye'nin Milli Geliri 1950 yılında cari fiyatlarla
10 milyar 384 milyon TL iken, bu sayı 1960'da 48 milyar 963 milyon TL oldu
(Sabit fiyatlarla 29 milyardan 50 milyara yükseldi). Para arzı 1 milyar 3
milyon liradan 4 milyar 586 milyona, ihracat 263 milyon dolardan 321 milyona
yükselirken ithalat 286 milyon dolardan 468 milyon dolara çıktı. Kamu
yatırımları 1950'de 327 milyon lira iken 1960'da 4 milyar 30 milyona yükseldi.
Özel yatırımlar ise 673 milyon liradan 3 milyar 749 milyon liraya çıktı.
3 Kanun ve Kararnameler: 1950-54 döneminde, TBMM'den 746 kanun, 147 kararname
geçmişken bu sayı 1954-57 döneminde 646 kanun, 243 kararname olmuştur. 1957-60
döneminde ise, 426 kanun ve 164 kararname kabul edilmiştir.
4 Sağlık: Kamu sektörüne ait genel sağlık kurumlarında yatak adedi 1950'de
11.637 iken bu sayı 1960 yılında 42.814'e yükseldi.
5 Milli Eğitim: 1960 bütçesinde Milli Eğitime ayrılan tahsisat, 1950 yılından
%470.7 fazladır. Ayrıca ilkokul sayısı 12.511'den 22.011'e, ilkokul öğretmeni
sayısı da 33.844'den 53.174'e yükseldi. Ortaokullar 343 iken 688, liseler de 59
iken 138'e çıktı. 1950 yılında 76.931 olan ortaöğretim öğretmenlerinin sayısı
1960 yılında 306.851 idi. Öte yandan Demokrat Parti, iktidara geldiğinde 4 olan
İmam Hatip Lisesi sayısını 16'ya çıkarmıştır.49
Kuruluşundan kapatılmasına kadar 20 bin mezun veren Köy Enstitüleri'nin
Öğretmen Okullarına dönüştürülmesi 1950-60 döneminin çok eleştirilen
icraatlarından biri olmuştur. Kapatılma sebebi olarak farklı gerekçeler ileri
sürülmekle birlikte esas sebebi Demokrat Parti'nin var olma nedenine bağlamak
yanlış olmaz: Köyün kente yürüyüşü olarak özetlediğimiz Demokrat Parti, köyü
köyde tutup kalkınmayı köyden başlatmak gibi bir düşünceye sahip olmamıştır.
Köy Enstitüleri ise köyün ve köylünün köyde kalıp orada kalkınması için
düşünülmüştü. Demokrat Parti iktidarı ile Köy Enstitüleri zaten misyonunu
tamamlamış oluyordu. Demokrat Parti'nin misyonuna uygun okullar ise
"çağdaş misyonerlik okulları" idi.
Sinanoğlu'nun bu okullarla ilgili yaklaşımı şöyledir: "Türk biliminin
Türkiye'de gelişmesine önemli bir engel teşkil eden bu okullar, eğitim
düzenimizin gitgide ve hızla yabancılaşmasına yol açan işleve sahip
olmuşlardır. 1953 yılına kadar sadece Samsun ve Trabzon St. Joseph gibi, Robert
Kolej gibi okullarda böyle bir eğitim uygulanmakta ve bu okulların amaçları
herkesçe bilinmekteydi. 1930'larda kurulan Türk Eğitim Derneği'nin Yenişehir
Lisesi, 1953 yılında İngilizce eğitim yapan Ankara Koleji'ne dönüştürüldü. Bu
işi örgütleyen İngiliz Mr. Browning, 20 yıl sonra İngiliz Kraliçesinden madalya
aldı. Çünkü başlayan yabancı oyunu tuttu ve İngilizce eğitim yapan Anadolu
Liseleri, Kolejler ve daha sonra da üniversiteler hızla yayıldı... Türkiye
kendi bütçesinden misyonerlik okulları açmaya başladı."50
6 Yüksek Öğretim: 1950 yılında Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik
Üniversiteleri vardı. 195060 arasında dört üniversite daha kuruldu.51 1950'de
yüksek öğrenimde 24.919 öğrenci varken, öğrenci sayısı 1960 yılında 56.718'e
yükseldi.
7 Milli Savunma: 1960 bütçesine konan tahsisat, 1950 yılından %152 fazladır.
Ayrıca her yıl "karşılık para fonu"ndan Milli Savunma'ya liberasyon
yolu ile tahsisler yapıldı.
8 Tarımsal Ürün: 1950'de 14 milyon 542 bin hektar olan ekim alanları, 1960
yılında 25 milyon hektara yaklaşmıştı. Tarımda modernizasyonla birlikte
(traktör sayısı 10 yılda 16.585'ten 42.135'e yükselirken, gübre kullanımı 10
yılda 4 kat arttı) Türk tarımı altın devrini yaşadı. Buğday üretimi 4 milyon
tondan 8.5 milyon tona, pancar üretimi 850 bin tondan 4.5 milyon tona, pamuk
üretimi de 120 tondan 180 tona yükseldi. Bu gelişme, tahılı muhafaza ve onun
ihraç pazarlarına sevkini kolaylaştıracak tesislere olan ihtiyacı da
arttırdığından yeni silolar ve hububat depoları inşası programını
ortaya çıkardı. DP döneminde 14 betonarme silo, 70 çelik silo, 390 çelik depo
ve kagir ambar inşa edilerek hizmete alındı.
9- İçme Suyu: 1950 yılında 58 bin 101 köy ve mahallenin 8 bin 809'unda içme
suyu varken, 1959 yılında bu sayı 33 bin 554'e yükseldi.
10 Sulama: DP döneminde o güne kadar boş akan sular değerlendirildi, kurak
toprakları nemalandıracak ve enerji üretecek birer kaynak haline getirildi. DP
iktidarı 19 büyük baraj inşasını programa aldı ve bunların büyük bir kısmını
gerçekleştirdi: Sarıyar, Seyhan, Ayrancı, Sille, Kemer, Demirköprü, Samsa ve
Hirfanlı Barajları DP iktidarı döneminde tamamlanarak faaliyete geçti. Mamasun,
May, Apa ve Altınapa Barajlarında 1960 yılında; Kesikköprü, Almus, Sarımsaklı,
Selevir, Seyitler ve İbrala Barajlarında da 27 Mayıs Darbesi'nden birkaç yıl
sonra üretim başladı. 1950'de barajlardaki toplanan su hacmi 157 milyon m3
iken, 1959'da kapasite 80 kat artarak 13 milyar m3 seviyesine ulaştı. Sulanan
arazi de 547 bin dönümden 1 milyon 521 bin dönüme çıktı.
11 Elektrik: Türkiye 1950-60 yılları arasında elektrik enerjisi üretiminde
büyük hamle yaptı. 1950 yılında 737 milyon kw saat olan enerji üretimi, 1960
yılında 2 milyar 815 milyon kw saate yükseldi.
12 Kömür: Taşkömürü üretimi 4 milyon tondan 6 milyon 550 bin tona; linyit
üretimi de 957 bin tondan 2 milyon 602 bin tona yükseldi.
13 Rafineri: Yıllık kapasitesi 300 bin ton olan Batman Rafinerisi'nin
kapasitesi 700 bin tona yükselirken, Mersin'de 3 milyon 250 bin ton kapasiteli,
İzmit'te ise 1 milyon ton kapasiteli iki büyük rafinerinin temelleri atıldı.
14 Ağır Sanayi: Endüstri on yılda 9 kat büyüdü. Ayrıca özel sektör teşvik
edildi. Yünlü ve pamuklu sanayide iğ sayısı 290 bin iken 1958 sonunda bu sayı 1
milyona yükseldi. Mevcut tezgah sayısı 6.316'dan 18.257'ye çıktı. Tekstil
sanayiinde üretim miktarı 250 milyondan 785 milyona ulaştı.
15 Çimento Sanayi: DP döneminde yapılan 16 yeni fabrika ve mevcut 4 fabrikanın
kapasitelerinin genişletilmesi sonucu 1950'de 395 bin ton olan çimento üreti mi
1960 yılında 2 milyon tona; 1962 yılında da 2 milyon 700 bin tona ulaştı.
16 Şeker Sanayi: 11 şeker fabrikası tamamlanarak hizmete
alındı, 2 fabrika da 1961 yılında tamamlandı. 1950'de 137 bin ton olan şeker
üretimi 1959 yılında 500 bin tona yükseldi.
17 Demir-Çelik Sanayi: Kok, pik ve pik boru üretimleri on yıl içinde üçer kat
arttı. Öte yandan çelik üretimi de %208 oranında yükseldi.
18 Kağıt Sanayi: 1949 yılının 18 bin ton kağıt üretimi 1960'a gelindiğinde 63
bin tona ulaştı. 1949'da kişi başına kağıt üretimi 1 kg iken, bu sayı 1960'a
gelindiğinde 6 kg
oldu.
19 Karayolları: Karayolları üzerine 1323 köprü yapıldı. Bu köprülerin uzunluğu
52.647 metredir. 1950-1960 arası asfalt yollar 17 bin 465 km'den 40 bin 800 km'ye yükseldi. Ayrıca
DP iktidarı döneminde hedeflenen 150 bin km'lik köy yolları şebekesinin 54.670 km'lik kısmı
tamamlandı.
20 Liman ve İskeleler: Mersin, İskenderun, Haydarpaşa, Salıpazarı, Samsun,
Giresun ve Trabzon limanları yapılarak hizmete girdi.
21 Dış Politika: DP iktidarı, NATO, CENTO, Ortak Pazar (Avrupa Birliği) ve
Kıbrıs konularında etkin ve Türkiye çıkarlarını gözeten adımlar attı.
Komşularla özellikle SSCB ile sorunlarda taviz vermeye yanaşmayan politikalar
izledi. Ancak 12 Nisan 1960 tarihinde Adnan Menderes, Temmuz ayında SSCB'yi
ziyaret edeceğini açıkladı (Türk-Sovyet Ortak Bildirisi). SSCB ziyareti,
Menderes'in ve DP iktidarının darbenin eşiğinde ABD politikasını dengeleme
bahanesiyle Rusya'nın güdümüne girmekle suçlanmasına yol açacaktı.52 ABD'nin 27
Mayıs müdahalesine ses çıkartmayışının nedeni, büyük bir olasılıkla bununla
ilgiliydi.53
22 ABD ile İlişkiler: Diğer taraftan DP iktidarının Türkiye'yi ABD'ye bağımlı
hale getirdiği eleştirileri yapılmıştır. Bu, gerçekte DP'nin değil, II. Dünya
Savaşı sonrası TC'nin genel politikası olmuş, Türkiye ile ABD arasında 1947 ile
1960 yılları arasında toplam 91 adet ikili antlaşma yapılmıştır. Bunlardan bir
bölümü açık, bir bölümü de gizli antlaşmadır. Açık antlaşmaların 16'sını
kanunla onaylanan, 12'sini harita antlaşması mahiyetinde olan, 26'sını yardım,
14'ünü NATO ittifakıyla ilgili ve 13'ünü de 1954 tarihli Askeri Kolaylıklar
Antlaşması'ndan güç alan antlaşmalar oluşturmaktadır. Amerika Birleşik
Devletleri'ne bu antlaşmalardan elde ettiği haklara dayanarak, Türkiye'de hava
üsleri, radar ve haberleşme tesisleri kurması için 32 milyon metrekarelik alan
tahsis edilmiştir. ABD ile ilişkilerde CHP diğer hiçbir konuda göstermediği
yardımı DP iktidarına göstermiş, birçok antlaşmayı destekleyerek lehte oy
kullanmıştır.
23 Kültür-Sanat Politikaları: Cumhuriyet'le birlikte her alanda yurtdışından
getirilen uzmanlara İkinci Dünya Savaşı yıllarında Avrupa'dan kaçan bilim
adamlarıyla sanatçılar eklenmiş ve DP iktidara geldiğinde sanat altyapısı güçlü
bir Türkiye devralmıştı. Ancak DP'nin kültür-sanat politikalarına önem verdiği,
hatta böyle bir politikasının olduğu söylenemez. Gerçi, kültür ve sanatta
ilerleme tamamen eğitim seviyesi ile ilgilidir.54 Demokrat Parti döneminde
kültür ve sanatın ihmal edilmesi sonucu önceki yıllarda olduğu gibi empozeyle
değil, kendi başarılarıyla sivrilenler görülmüştür.
24 Müzik: İlk mezunlarını 1941'de veren Devlet Konservatuarı'na, DP döneminde
yenileri eklenememiş, burası da 1940'lı yıllardaki altın devrini 1950'lerde
yaşayamamıştır. Macaristan'dan 1930'lu yıllarda getirilen ünlü besteci Bela
Bartok'un çabalarıyla 1937 yılından itibaren musiki folklorunu içeren geniş
araştırmalar yapılmaktaydı. Başta Muzaffer Sarısözen olmak üzere Halil Bedii
Yönetken ve Mahmut Ragıp Gazimihal tarafından yürütülen bu derleme çalışmaları
sonunda 1952 yılında bir arşiv meydana getirildi. Ancak 1952'den sonra Muzaffer
Sarısözen'in kişisel çabalarıyla derlediği türkülerden başka musiki folkloruna
ilişkin ciddi bir çalışma yapılmamıştır.55
Köyden kente göçün bir ürünü olan ve 1970'li yıllarda doğan "arabesk"
müzik için sosyal alt yapı 1950'lerden itibaren oluşmaya başladı. Öte yandan
Klasik Türk Müziği yine zirvedeydi. Ankara'da Dörtyol Aile Çay Bahçesi ile
Samanpazarı'ndaki Esenpark; İstanbul'da da Tepebaşı ile Bomonti, halkın rağbet
ettiği her akşam fasıllarıyla meşhur mekanlardı. İstanbul'da Selahattin Pınar,
Yorgo ve Aleko Bacanos, Şerif İçli ve Şükrü Tunar gibi devrin en meşhur
bestekarları program yaparken, Ankara'da kemani Selahattin İnal ve kanuni Nuri
Şenneyli gibi, bestecilikleriyle birlikte yorumculuklarıyla da ünlenmiş
sanatçıların programları hınca hınç doluyordu. Klasik Türk Müziği'nin en büyük
bestecisi olarak kabul edilen Sadettin Kaynak, ömrünün son on yılına rastlayan
1950-60 döneminde hız keserken, Münir Nurettin Selçuk zirvedeydi. 20. yüzyılın
en büyük yorumcusu olarak kabul edilen Zeki Müren'in tanınması da 1950-60
dönemine rastlar.
Devletin zorlamasıyla ayakta duran opera, senfoni orkestrası ve bale gibi
sanatlara 1950-60 döneminde-toplumsal belirleyicilik açısından-yine ilgi yoktu.
56
25 Resim: 1950-1960 arası, yeni eğilimleri gerçekleştiren resim sanatçılarının
dönemidir. Nuri İyem, Neşet Günal gibi toplumun eğiliminde görülen sanatçıların
yanı sıra Orhan Peker, Nedim Günsür, Adnan Çoker kişisel üsluplarını başarıyla
ortaya koyan sanatçılardır. Bu sanatçılara Eren Eyüpoğlu, Aliye Berger gibi
resim ilgilerini özgün biçimlerde geliştiren ressamları da kuşak farkına rağmen
katmak gereklidir.57
26 Sinema ve Tiyatro: 1950-1960 yılları arasında Türk sineması, sinemayı
doğrudan doğruya meslek olarak benimseyen nesil sayesinde ayrı bir sanat olarak
gelişme imkanı bulmuştur. Türk sinemasında sinemacılar dönemi olarak
adlandırılan bu dönemin öncüsü Ömer Lütfi Akad olmuştur. 1952 yılında çevrilen
Kanun Namına isimli polisiye film ile sinema dili başarılı olarak
kullanılmıştır. Ayrıca çekilen filmlerde Anadolu yaşamı başarıyla
canlandırılmış, folklor malzemesi büyük bir gerçekçilikle filmlerde
kullanılmıştır. Bu dönemin önemli özelliklerinden biri de, filmlerin tiyatro
unsurlarından kurtularak, sinema sanatına has nitelikler kazanmış olmasıdır.
İlk renkli Türk filmi olan Halıcı Kız'ın çekimleri, Muhsin Ertuğrul tarafından
bu dönemde gerçekleştirilmiştir.58
1950-1960 yıllarında tiyatroda da önemli atılımlar görülür. Özellikle Devlet
Tiyatroları, 19541958 arası Muhsin Ertuğrul yönetimi ile daha sonra da Cüneyt
Gökçer ile başarıdan başarıya koşmuştur: 1941-1950 arası oynanan piyes toplamı
32'de kalırken 1950-1960 döneminde bu sayı 147'ye çıkmıştır.59 Tiyatro
yazarlığı da 1950-1960 döneminde gelişmiş, "Eleştirel Dönem" olarak
tanımlanan bu dönemde Orhan Asena, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Çetin Altan
ve Refik Erduran ün yapmışlardır.
27 Mimarlık60: 1950-1960 arası mimarlıkta en genel özellik ünlü mimarların
ürünlerini kopya etme çabaları olarak değerlendirilebilir. Kitap ve dergi gibi
yayınların kolaylıkla temini ve sıkça gidilebilen seyahatler mimari ufku
genişletmiştir. Mimari eylemler arasında büyük çapta endüstri
27- yapıları üretilmesi, şehircilik çalışmaları, kampus planlamaları yer
almıştır. Büyük kentlerin merkezlerine yakın, halkın mimarisi olarak tanımlanabilecek
"gecekondu" yerleşmeleri ilk kez bu dönemde görülmektedir.61 1950-60
dönemine damgasını vuran başlıca eserler, Ankara'da Ulus İşhanı ve Çarşısı,
Maltepe Camii, ilk gökdelen denemesi olan Emek İşhanı, DSİ Genel Müdürlüğü;
İstanbul'da Hilton, Sheraton ve Çınar Otelleri, Belediye Sarayı,
Manifaturacılar Çarşısı olarak sayılabilir.
28 Edebiyat: 1950-1960 dönemi Türk Edebiyatı "köyün keşfi ve
edebiyatçıların köye yürüyüşü" olarak özetlenebilir. Bir diğer deyişle
Demokrat Parti döneminde köy kente yürürken, Edebiyat da köye doğru yürümüştür.
Köy Enstitülü yazarlarla köyü yakından tanıyan yazarların birbiri ardı sıra
ürün vermeleri bu döneme rastlamaktadır. "Üç Kemal" olarak
adlandırılan Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve Kemal Tahir'in 1954 yılından itibaren
yayınlanan köyü konu alan romanları köy edebiyatının ilk örnekleridir.62 Bu
akımın diğer yazarları arasında Reşat Deniz, Sami Kocagöz, Necati Cumalı ve
Fakir Baykurt sayılabilir. Buna karşın bireyi öne alan ve varoluşçulukla bilinç
akımı tekniğinden etkilenen Onat Kutlar, Erdal Öz, Bilge Karasu bu dönemde
özgün eserler vermişlerdir.63 Şiirde de 1940'lı yılların "Garip
Hareketi"ne taban tabana zıt "İkinci Yeni Akımı" bu yıllarda
doğmuştur. Söyleyişteki rahatlık yerini şiir dilini zorlamaya; anlaşılırlık
yerini anlamca kapalılığa; somut yerini soyutlaşmaya bırakmıştır. Cemal Süreya
ve Edip Cansever Marksist görüşle gerçeküstücülüğü sentezlemeye çalışmış, Sezai
Karakoç da yine gerçeküstücü üslupla Türk-İslam mistizmini ifade eden orijinal
şiirler yazmıştır. İlhan Berk, Ece Ayhan, Atilla İlhan ve Ülkü Tamer İkinci
Yeni Akım'ın diğer başlıca şairleridir. 64
1950-60 döneminin önemli şiir hareketlerinden biri de Ankara'da 1950 yılında
çıkmaya başlayan Hisar Dergisi olmuştur. Munis Faik Ozansoy, İlhan Geçer,
Mehmet Çınarlı, Gültekin Samanoğlu gibi şairler bu dergide yazdıkları şiirlerle
isimlerinden söz ettirmişlerdi.
29 Düşünce ve Felsefe: Nurettin Topçu, Hilmi Ziya Ülken, Cahit Okurer,
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Osman Turan, Mehmet Kaplan ve 1954 yılında şüpheli
bir uçak kazasında vefat eden Remzi Oğuz Arık (aynı zamanda Türkiye Köylü
Partisi Genel Başkanlığı da yapmıştı) 1950-60 döneminin düşünce dünyasında ilk
akla gelen isimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Nurettin Topçu'nun
1952 yılında kaleme aldığı "Din ile Kinin Mücadelesi" makalesi ve
Hareket Dergisi'nde yazdıkları, fikir dünyasının ne kadar ileri bir noktada
olduğunun başlıca göstergesidir.
Hareket, Türk Yurdu, Bizim Türkiye, Büyük Doğu ve İstanbul dergilerinin yanı
sıra -her ne kadar bir şiir dergisi görünümünde de olsa- Hisar Dergisi, fikir
hayatına önemli katkılar sağlayan dergiler arasında sayılabilir. Tarık Buğra ve
M. Fahri Oğuz'un hikayeleri ile Cemil Meriç'in şairane denemelerinin bir kısmı
Hisar'da çıkmıştır.65 Yeni İslamcılık olarak adlandırılabilecek görüşün Necip
Fazıl Kısakürek'ten Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören çizgisine
doğru gelişimi de bu yıllardan itibaren başlamıştır.66
30 Müzeler: Cumhuriyet'ten önce sayıları 7 olan müzelere
1923-40 arası 22, 1941-50 arası 7 müze daha eklenmiş ve 1950'ye gelindiğinde
toplam müze 36'yı bulmuştur. 1950-60 arası faaliyete geçen yeni müze sayısı
13'tür. Bunlardan en önemlileri TBMM ve Anıtkabir Müzeleridir.67
31 Spor: 1950-60 dönemi sporda birkaç başarının kazanıldığı, Güreş ve Futbol
(birazda boks) dışında spor dallarına ilginin olmadığı yıllar olmuştur.
Güreşçilerin 1948 Olimpiyatlarındaki başarılarından sonra
1952 Olimpiyatlarında da benzer başarı beklenirken 1952 Helsinki
Olimpiyatlarına çok az bir zaman kala Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Celal Atik ve
Yaşar Doğu'nun profesyonel ilan edilip olimpiyatlara gidememesi uzun süre
eleştiri konusu oldu. Helsinki'de Serbest Güreşte 52 kiloda Hasan Gemici ile 62
kiloda Bayram Şit altın madalya aldılar. 1956 Melbourne Olimpiyatlarında da
madalyalar güreşten geldi. Serbestte 57 kilo güreşçisi Mustafa Dağıstanlı ile
ağır siklet Hamit Kaplan, Greko-Romen'de 73 kilo güreşçisi Mithat Bayrak altın
madalya kazandılar. 27 Mayıs'tan 3 ay sonra yapılan 1960 Roma Olimpiyatlarında
Türk Güreşçiler 7 altın 2 gümüş madalya kazandılar.
Futbolda 1952 yılında profesyonellik kabul edildi. İstanbul Profesyonel ligi
kuruldu. 1954'te ilk Dünya Kupası'na katılan Türk Milli Takımı bir varlık
gösteremedi. Ancak 1956 yılında Avrupa'da fırtına gibi esen Macaristan'ı 3-1 yenerek
adından söz ettirdi. Galatasaraylı Kadri Aytaç'ın 57.500 TL karşılığında
Karagümrük Kulübü'ne geçmesi 1958 yılının sporda en çok konuşulan konusuydu.68
1958 yılında ulusal lig oluşturuldu. 1958-1959 sezonunda Birinci Futbol
Ligi'nin ilk şampiyonluğunu Fenerbahçe kazandı.
C. Bayar ve Menderes Üzerine Birkaç Söz
DP'nin ilk Genel Başkanı Celal Bayar DP'nin gerçek
lideridir. Bayar, kendi ifadesiyle, "bir yola çıktığında arkasına bakmaz,
kaç kişi benimle geliyor diye düşünmez"di. Doğru bildiği yolda yalnız da
olsa yürürdü. Demokrat Parti'nin gerek muhalefet döneminde, gerekse iktidar
döneminde itici güç Bayar olmuştur. Bayar, birçok defa milletin değerleri ile
ters düşmesine rağmen, politik manevraları ve liderlik vasıflarıyla halkın
güvenini yeniden kazanmasını bilmiştir. En büyük başarısı "Menderes'in
keşfi"dir. 1950 yılında başbakan olması beklenen Fuad Köprülü'nün de,
Refik Koraltan'ın da milletle dokularının uyuşmayacağını sezmiş ve Menderes'i
başbakanlığa getirerek, kendisine de 10 yıl süreyle Çankaya Köşkü'nün
kapılarını açmıştır. Her ne kadar Demokrat Parti ile Menderes isimleri
özdeşleşmiş olsa da DP'nin gerçek patronluğunu Celal Bayar yapmıştır. Bayar,
1950-1960 yılları arasında siyasetin iplerini Çankaya'da elinde tutmuş, perdeye
Menderes'i çıkararak, DP'nin 3 seçim üst üste kazanmasına zemin hazırlamıştır.
Bayar, 20. yüzyıl Türkiyesi'nin en önemli komitacısıdır. Aynı zamanda en iyi
particisidir: Celal Bayar; Jön Türkler, İttihat ve Terakki, Teceddüt Fırkası,
Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti, Mustafa Kemal'in isteğiyle Yeşil Ordu,
yine Mustafa Kemal'in isteğiyle Komünist Fırkası, Halk Fırkası ve Demokrat
Parti'de önemli görevler almış, hepsinde siyaset becerisi ve komitacılık ruhu
öne çıkmıştır.69
Adnan Menderes'in hakkında ise çok farklı değerlendirmeler
bulunmaktadır. Bununla birlikte Menderes'in, güler yüzlü, sempatik tavırlı,
orta boylu, yuvarlak çehreli, zeki, zengin bir toprak ağası olduğu bütün bu
değerlendirmelerde karşımıza çıkmaktadır. Mütevazı oluşu ve aşırı nazik
tavırları da Menderes hakkında ortak görüştür denilebilir.
Ancak Menderes hakkında birbiriyle bağdaşmayan tahliller de yapılmıştır:
Genellikle Menderes'ten pek hoşlanmayanlar, "kendi sonunu kendi
hazırladı" cümlesini kullanabilmek için sayfalar dolusu izahatlar yapmış,
kimi zaman çift kişilikli, kimi zaman çocuk ruhlu, kimi zaman da psikopat
Menderes'ten söz etmişlerdir. Bu görüşte olanlardan başta Cihad Baban ve Şevket
Süreyya Aydemir, Menderes'ten çok Celal Bayar'a husumet beslemektedirler ve
Menderes'i Bayar'ın kuklası olmakla suçlamaktadırlar.
Adnan Menderes'i bu tür değerlendirenlerin yanında, onu abartan, hatta bir
mehdi gibi görenlerin sayısı da az değildir. Ona karşı beslenen sevgi ve
sempatiyi, idamdan sonra aşırı hayranlığa hatta tabulaştırmaya kadar götürenler
olmuştur.
Adnan Menderes politikaya girmeden önce toprak ağası idi. "Bey"
özelliklerini hayatının her aşamasında koruyan Menderes; çekici, söylev verme
gücü yüksek ve rahat, seçmenlerin hoşuna gitme konusunda endişeleri olmayan bir
kişiliğe sahipti. Halk düzeyine inmeyi biliyordu. Kibirli, aşırı duygulu bir
kişiliği vardı.70
1931 yılında milletvekili olduktan sonra DP'nin kurulduğu 1946 yılına kadar
geçen 15 yıllık sürede Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş, İngilizcesini geliştirmiş
ve CHP'nin seçkinci-laikçi söylemleriyle yoğrulmuştur. Gerek muhalefet
döneminde, gerekse başbakanlığı döneminde yer yer halka tepeden bakması ve
onları fazla kaale almaması 1931-1946 döneminin kendisine kazandırdığı
özelliklerdendi. Ancak davranışlarının genelinde göze çarpan içtenlik genlerinden
geliyordu.
Konuşmalarının bir kısmı derin bir tarih ve dil bilgisi gerektiriyordu:
"Ebucehil gibi kazdıkları kuyuya düştüler", "sinizmin bu
derecesi dünyada görülmemiştir" gibi. Öte yandan bazı konuşmaları iptidai
kalmıştır: "Odunu koysam seçilir" gibi. Bütün bunlara rağmen Adnan
Menderes, cumhuriyet tarihinin halk tarafından en çok sevilen başbakanı
olmuştur.71
D. Sonuç
DP'nin sınıfsal niteliği ve kimin çıkarlarına hizmet ettiği
konusu, değerlendirme yapanın bakış açısına göre değişen, tartışmalı bir
konudur. DP'nin tek parti otokrasisine karşı yükselen bir halk hareketi olduğu
ileri sürüldüğü gibi, memleketi kapitalist ve emperyalist bloka teslim eden bir
egemen sınıflar koalisyonu olduğu da iddia edilmiştir.72
Siyasette söz sahibi olan, siyaseti belirleyen, siyasetçiyi etkileyen kesimleri
Türkiye'de 1960'lara kadar üç ana gruba ayırabiliriz. Bunlardan birincisi sivil
ve askeri bürokrasidir. İkinci grup sermaye; üçüncü grup ise millettir.73
Bu sınıflandırmanın ikinci ve üçüncü ayağı 1923-1950 arası
yoktur. Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren devlet eliyle özel sektörün
kurulması için çalışılmış, bunda belli ölçülerde de başarılı olunmuştur. Ancak
Kurtuluş Savaşı sonrasının fakir Türkiyesi, 1929 dünya ekonomik buhranından
etkilenmiş, daha sonra da II. Dünya Savaşı yıllarını yaşamıştı. Bu nedenle
sivil ve askeri bürokrasi 1950'ye kadar siyasette belirleyici tek güç olmuştur.
Demokrat Parti iktidarı ise, siyasetin çevreden merkeze okunmasıdır. O güne
kadar siyasette figüran bile olmasına izin verilmeyen milletin aktör olma
mücadelesidir.
Şüphesiz ki, Demokrat Parti Cumhuriyet Türkiyesi'ne tepki olarak ortaya çıkmış
bir parti değildir. DP daha çok siyasal ve ekonomik liberalizm taraftarlarınca
kurulmuştur. Partiyi destekleyenler ilk başta eşraf, tüccar ve toprak ağaları
gibi "Anadolu Yerlileri"dir. Bunları, yukarıdaki sınıflandırmaya göre
sermaye olarak adlandırmak sağlıklı değildir. Bu kesimler, üçüncü ayak yani
millettir. 1950 yılında DP'yi iktidara getiren güç olan milletin içinden küçük
bir kesim DP politikaları sayesinde sermayeyi oluşturmaya başlamış, 1954
seçimlerinden itibaren de sermaye ciddi bir güç olarak doğmuş ve 1960'a kadar
siyaseti etkileyen unsurlar arasında en önemli yeri almıştır.74
DP iktidarı döneminde siyaset, seçkinler uğraşı olmaktan
çıkarak, geniş halk kitlelerine ulaştı. Böylelikle ülkemizdeki siyasi kültüre
olumlu etkide bulunulurken, bürokratik-baskıcı devlet geleneğinin yumuşaması ve
milli bir ticaret-sanayi burjuvazisinin doğması sağlandı. Tarım reformu,
barajlar ve hidroelektrik santraller, eğitim ve ulaşım hizmetlerinin
yaygınlaştırılmasının sonucu olarak siyasi yapının katı kalıpları yıkıldı ve
Türkiye tarihinin en önemli değişimini yaşadı. Köylü, 'çiftçi' oldu; amele
'işçi'. Teba ise 'vatandaş'.75 Nitekim "Türk burjuvazisinin ekonomik
kökenli ve sınıf bilincine sahip olmayan bir nitelikten çıkıp siyasal
taleplerde bulunacak hale gelmesinde en önemli nokta 1950 hareketidir. O yıl
iktidara gelen DP, yalnız burjuvazinin hem daha yaygın bir sınıfa dönüşmesine
yol açmış hem de toplumsal dönüşümün, asker, mülki bürokrasi ve aydınlara
dayalı seçkinci merkezden taşraya, yani çevreye kaymasına önayak
olmuştur."76
Demokrat Parti köyün kente yürüyüşüdür.
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1 MİNKARİ, Ali Esen; 1950-1960 Yılları Arasında İktisadi Kalkınma ve Gelişme;
Demokratlar Kulübü Yayınları: 6; Ankara -1992; Burhanettin Ulutan'ın Önsözü s.
V.
2 YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti; Ülke Kitapları-10; İstanbul-2001; s 37.
3 AHMAD, Feroz; Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi
(1945-1947); Bilgi Yayınları; Ankara-1976; s. 15.
4 FERSOY, Orhan Cemal; Bir Devre Adını Veren Başbakan: Adnan Menderes; Maytaş
Yayınları; İstanbul-1971; s. 120.
5 FELEK, Burhan; Milliyet Gazetesi, 15 Ocak 1975.
6 YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti Kongreleri, Emek Matbaası; Ankara-1997; s.
9-12.
7 BURÇAK, Rıfkı Salim; Türkiye'de Demokrasiye Geçiş 1945-1950; Olgaç Matbaası;
Ankara-1979; s. 203.
8 YÜCEL, a.g.e., s. 79.
9 KARPAT, Kemal; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul-1967.
10 Ulus Gazetesi, 5-7 Haziran 1950.
11 Arapça ezan yasağının kalkmasının "irticanın hortlatılması ve Atatürk
devrimlerinden sapma" olarak değerlendirilmesine 1960'lı yıllardan sonra
sıkça rastlanmaktadır.
12 YÜCEL, a.g.e., s. 85.
13 EROĞUL, a.g.e., s. 59. Eroğul TSYB'nin yabancı çıkarlara -özellikle
Amerika'ya-memleketi açmak ve yerli burjuvaziye destek olmak amacıyla
kurulduğunu ifade etmektedir.
14 Cumhuriyet Gazetesi, 5 Eylül 1950 (asıl kaynak) Alıntı yaparak kullanan:
EROĞUL, Cem; Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İkinci Baskı; Ankara-1990; s.
59.
15 DP iktidarı döneminde para ve pullara yeniden Atatürk'ün resminin
basılmasına başlanırken, 10 Kasım 1953'te de Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e
nakledildi.
16 NADİ, Nadir; Cumhuriyet Gazetesi; 11 Mart 1951. Nadi bu olayı "pire
için yorgan yakmak" olarak değerlendirmiştir.
17 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 9, Cilt 6, s. 28.
18 Halbuki aynı dönemde toptan eşya fiyatları %163 oranında artmıştır.
1950-1960 dönemi ekonomik göstergeleri için bkz. DEMİRER, Mehmet Arif; Demokrat
Parti; DP Yayınları No: 1; İstanbul- 1994, s. 51.
19 YÜCEL; a.g.e., s. 94.
20 Ulus Gazetesi, 15-16 Ekim 1951.
21 BURÇAK, Rıfkı Salim; On Yılın Anıları (1950-1960); Nurol Matbaacılık;
Ankara-1998; s. 216.
22 14 Aralık 1942 günü kabul edilen Cumhuriyet tarihinin ilk seçim kanunu, 5
Haziran 1946 tarihinde bazı değişikliklere uğramıştır. İllerde en çok oyu alan
partinin, o ilin tüm milletvekillerini kazanması anlamına gelen "çoğunluk
sistemi" antidemokratik olmakla birlikte 27 Mayıs 1960
22 darbesine kadar geçerliğini korumuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz. YÜCEL, M.
Serhan-MUTLU, Abdullah; Siyasi Partiler ve Seçim (baskıda).
23 BURÇAK, On Yılın Anıları, s. 223.
24 YÜCEL; a.g.e., s. 108.
25 MİNKARİ; a.g.e., s. 16.
26 GÜNVER, Semih; Fatin Rüştü Zorlu'nun Öyküsü; Bilgi Yayınevi; Ankara-1985; s.
52.
27 GÜNVER; a.g.e., s. 52; Asıl Kaynak: KUNERALP, Zeki; "Sadece
Diplomat".
28 GÜNVER; a.g.e., s. 66; Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem'den aktarma.
29 GÜNVER; a.g.e., s. 70.
30 27 Mayıs Darbesi'nden sonra Fatin Rüştü Zorlu, Yassıada'da 6-7 Eylül
olaylarının tertipçilerinden olmakla suçlanarak yargılandı. Kendisine yapılan
haksız ve kasıtlı ithamlar karşısında Mahmut Dikerdem, gerçekleri çarpıtan
tanıklıklara karşı savunma tanıklığı yapmak üzere, Zorlu'nun avukatına
başvurdu. Yüce Divan bu davada aleyhte 76 tanık dinlemişken savunma
tanıklarının dinlenmesine gerek görmediğini bir ara karar ile bildirdi. Bu
karar üzerine Zorlu: "Savunma tanıklarının dinlenmesine gerek
görülmemesini Yüksek Mahkemece suçsuzluğuma kanaat getirilmiş olmasının delili
sayıyorum" dedi. Altı yıl hapse mahkum edildi. Ayrıca bu davanın görülmesi
sırasında Fuad Köprülü ve damadı Coşkun Kırca'nın Bayar, Menderes ve Zorlu
aleyhine verdiği ifadeler yüzünden Yunanistan Türkiye'ye nota vererek maddi
manevi tazminat istemiştir.
31 1957 seçimlerinde Manisa, Burdur ve Ankara'da başarılı bir seçim kampanyası
gerçekleştiren Hürriyet Partisi, seçimlerde 350 bin oy ve 4 milletvekili
kazanabildi. 24 Kasım 1958 tarihinde topladığı kongre ile 5 muhalife karşı 175
oyla CHP'ye katılarak siyasal hayattan çekildi.
32 YÜCEL; a.g.e., s. 116.
33 Nitekim, 29 Kasım 1955 tarihinden sonra Demokrat Parti'de doğrular
söylenmedi, söyleyenler harcandı. 29 Kasım, Adnan Menderes'in "dostlarını,
yol arkadaşlarını satan adam" olarak değerlendirilmesine yol açtı ve
Menderes'in parti içi diktasına kadar gidecek süreci başlattı.
34 5 Ocak 1957.
35 Aynı gün ABD, Bağdat Paktı Askeri Komitesi'ne gireceğini ilan etti.
36 1957 seçimlerinde DP'nin muhalefete şiddetli baskı uyguladığı iddia
edilmiştir. Oysa ki, 1946 seçimlerinde halkın alışık olmadığı "Hasolarla
Memoların ayağına gidilen" seçim kampanyası
31 gibi, 1957 Seçimleri de, bu kez "propaganda teknikleri" açısından
yepyeni bir dönemin başlangıcıydı. Özellikle 1980 sonrası, her seçimden önce
yenilenen seçim kanunları ve günümüzde partilerin rakiplerine karşı
yürüttükleri kampanyalar göz önüne alındığında, DP'nin 1957 seçim kampanyasının
sadece propaganda teknikleri bakımından farklı olduğu görülecektir.
37 YÜCEL; a.g.e., s. 128.
38 TUNÇAY, Mete; Türkiye Tarihi-4 (Siyasal Tarih 1950-1960 başlıklı makale);
Cem
Yayınevi; İstanbul 1989; s. 184-185. 27 Mayıs 1960 Darbesinden sonra ihbarın
doğru olduğu anlaşılacaktı.
39 Cumhuriyet'in 75 Yılı, YKB Yayınları, 1999.
40 Londra ve Zürih Antlaşmaları 4 Mart 1959 tarihinde TBMM'de görüşülerek kabul
edildi. 16 Ağustos 1960'a kadar süren hazırlık devresinden sonra Kıbrıs
bağımsız bir devlet statüsünü kazandı. İngiltere'ye Londra-Zürih Antlaşmaları
çerçevesinde Ada'da 99 mil2 tutarında iki deniz üssü verildi, Ada'daki İngiliz
kuvvetleri bu üslere nakledildi. Kıbrıs'ta cumhuriyetin ilanından kısa bir süre
sonra, Anayasa hükümlerinin uygulanmasına ilişkin sorunlar, taraflar arasında
görüş ayrılıklarına ve toplumlar arasında gerilimlere yol açtı. 1962'de iki
Türk camiine yapılan bombalama eylemiyle tırmanan olaylar, 1963'te Makarios'un
Kıbrıs Anayasası'nda değişiklik yapılmasını önermesiyle çatışmalara dönüştü.
Zürih ve Londra Antlaşmalarının ihlal edilmesi anlamına gelen bu gelişmeler
sonucunda, 1964'te Üçüncü Londra Konferansı toplandı. Ancak, 1974 Harekatı'na
kadar siyasi irade, DP dönemindeki gibi net tavır ortaya koyamadı. Nihayet, 15
Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. 2002 yılına
gelindiğinde "Avrupa Birliği'ne girmek için Kıbrıs'tan vazgeçelim"
görüşünü dillendiren "ver kurtulcu"lar mevcuttur.
41 EROĞUL; a.g.e., s. 147.
42 ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960);
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü;
Yayımlanmamış Doktora Tezi; Ankara-1992; s. 1192.
43 YÜCEL; a.g.e., s. 138.
44 EROĞUL; a.g.e., s. 149.
45 Polisin müdahale ettiği grup, DP'lilere göre taşkınlık yapan Halkçılar;
CHP'lilere göre İnönü'ye saldırmaya gelen Demokratlardı!
46 25 Mayıs'ta çalışmalarını tamamladığı Menderes tarafından söylenen Tahkikat
Komisyonu, raporunu hazırlama fırsatı bulamadan 27 Mayıs Darbesi yaşanmıştır.
47 1970'li yıllarda sıkça görülecek bu manzara Türkiye'nin o günkü şartlarına
çok yabancıydı.
48 Cumhuriyetin 75 Yılı; Yapı Kredi Bankası Yayınları; s. 484-485.
49 Bu sayı 1965'te 26'ya, 1977'de 103'e ve 1980'de 333'e çıkmıştır.
50 SİNANOĞLU, Oktay; Bir Nev-York Rüyası "Bye-bye" Türkçe; Otopsi
Yayınevi, II. Baskı; İstanbul-2001; s. 111-112. Sinanoğlu'nun Türk dili ile
ilgili değerlendirmeleri, günümüzde yedi yüz civarında seyreden kelime
dağarcığımız ve üniversitelere bile konan Türkçe Dersleriyle -ne yazık
ki-doğrulanmaktadır.
51 Ege Üniversitesi-1955, Karadeniz Teknik Üniversitesi-1955, Ortadoğu Teknik
Üniversitesi-1957, Atatürk Üniversitesi-1958.
52 YÜCEL; a.g.e., s. 178.
53 TUNÇAY; a.g.m., s. 187.
54 Rönesans'ın Floransa'dan yayılması da bu iddiayı doğrulamaktadır.
Müzisyenlerin, ressamların, heykeltraşların ve diğer sanatçıların eserleri o
tarihlerde Avrupa'nın okuma yazma oranı en yüksek kenti olan Floransa'da ilgi
görmüş ve bu kent Rönesans'ın doğduğu kent olarak tarihe geçmiştir.
55 YÜCEL, Mehmet; Okullarımızda Müzik Eğitimi ve Düşündürdükleri; Tercüman
Gazetesi; 25 Mart 1984 Pazar; s. 2.
56 Kültür ve sanatı zorla benimsetmek, sevdirmek mümkün değildir. Yaşanmış
mıdır bilinmez, Bayburt'ta kaymakamın zorlamasıyla operaya gidenler çıkışta
konuşurlar "Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi".
57 TANSUĞ, Sezer; Resim Sanatının Tarihi; Remzi Kitabevi; s 163.
58 Meydan-Larousse; Türkiye Maddesi, Sinema alt başlığı; C. 19, s. 513.
59 KATOĞLU, Murat; Cumhuriyet Türkiyesi'nde Eğitim, Kültür, Sanat; Türkiye
Tarihi-4; Cem Yayınevi; İstanbul-1989; s 446.
60 Katkılarından dolayı Mimar Nedim DİKİCİ'ye teşekkürler.
61 Menderes'in, İstanbul'da Vatan ve Millet Caddelerini açmak için kentin
dokusunu bozduğu öne sürülmüştür. Bu eleştiride haklılık payı vardır.
Plansızlık bir çok kentin bu arada İstanbul'un tarihi ve kültürel dokusunu
bozmuş, alınan kararlarda fiili durumlar etkili olmuştur.
62 ÖZKIRIMLI, Atilla; Edebiyat İncelemeleri Yazılar-1; Cem Yayınevi; İstanbul-1983;
s. 142.
63 ÖZKIRIMLI; a.g.e., s. 149.
64 Yardımlarından dolayı Aysun Önen'e ve Abdullah Mutlu'ya teşekkürler.
65 KABAKLI, Ahmet; Türk Edebiyatı (4. Cilt); Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları;
İstanbul-1991; s. 270.
66 Türk Yurdu dergisi ile Necip Fazıl Kısakürek'in çıkardığı Büyük Doğu
dergisine Demokrat Parti iktidarının özellikle son yıllarında Örtülü Ödenekten
para aktararak destek olduğu bilinmektedir.
67 KATOĞLU; a.g.m., s. 465.
68 Ortalama transfer ücretleri 5-10 bin lira civarındaydı.
69 YÜCEL; a.g.e., s. 243.
70 HOTHAM, David; Türkler; s. 59-60 (asıl kaynak); alıntı yaparak kullanan:
YÜCEL; a.g.e., s. 244.
71 YÜCEL; a.g.e., s. 244.
72 TUNÇAY; a.g.m., s. 178.
73 Bu tasnif 1960'a kadar geçerlidir. 21. yüzyılın başında siyaseti etkileyen
güçler sınıflandırılması yapılacak olursa sivil bürokrasi ile askeri
bürokrasiyi birbirinden tamamen ayırmak gerekirken, bunlara medya, taşra
burjuvazisi ve yargı bürokrasisini de eklemek gerekir: Medya ve sermaye
ittifağı sivil bürokrasiyi kullanarak siyasette belirleyici role sahiptir.
74 Bu değerlendirmeye göre 1960 darbesi, sivil ve askeri bürokrasinin kenara
itilmeye karşı verdiği tepkidir.
75 YÜCEL, a.g.e., s. 242.
76 KAHRAMAN, M. Bülent, Radikal Gazetesi, 09.01.2002 (Devletçi burjuvazi
devlete karşı).
AHMAD, Feroz; Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı
Kronolojisi (1945-1947); Bilgi Yayınları; Ankara, 1976.
AKŞİN, Sina (Yayın yönetmeni) Türkiye Tarihi-4 (Çağdaş Türkiye 1908-1980); Cem
Yayınevi; İstanbul 1989.
(Mete TUNÇAY ve Murat KATOĞLU'nun makaleleri).
ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960); Hacettepe
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü; Yayımlanmamış
Doktora Tezi; Ankara-1992.
BURÇAK, Rıfkı Salim; Türkiye'de Demokrasiye Geçiş 1945-1950;
Olgaç Matbaası; Ankara-
BURÇAK, Rıfkı Salim; On Yılın Anıları (1950-1960); Nurol
Matbaacılık; Ankara-1998.
DEMİRER, Mehmet Arif; Demokrat Parti; DP Yayınları No: 1; İstanbul-1994. FELEK,
Burhan; Milliyet Gazetesi, 15.1.1975
FERSOY, Orhan Cemal; Bir Devre Adını Veren Başbakan: Adnan Menderes; Maytaş
Yayınları; İstanbul-1971.
GÜNVER, Semih; Fatin Rüştü Zorlu'nun Öyküsü; Bilgi Yayınevi; Ankara-1985.
KABAKLI, Ahmet; Türk Edebiyatı (4. Cilt); Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları;
İstanbul-1991.
KAHRAMAN, M. Bülent, Radikal Gazetesi, 09.01.2002 (Devletçi burjuvazi Devlete
Karşı). KARPAT, Kemal; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul-1967.
MİNKARİ, Ali Esen; 1950-1960 Yılları Arasında İktisadi Kalkınma ve Gelişme;
Demokratlar Kulübü Yayınları: 6; Ankara-1992.
NADİ, Nadir; Cumhuriyet Gazetesi; 11 Mart 1951.
ÖZKIRIMLI, Atilla; Edebiyat İncelemeleri Yazılar-1; Cem
Yayınevi; İstanbul-1983.
SİNANOĞLU, Oktay; Bir Nev-York Rüyası "Bye-bye"
Türkçe; Otopsi Yayınevi, II. Baskı; İstanbul-2001.
TANSUĞ, Sezer; Resim Sanatının Tarihi; Remzi Kitabevi.
YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti Kongreleri, Emek Matbaası; Ankara-1997.
YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti; Ülke Kitapları-10; İstanbul-2001.
YÜCEL, M. Serhan-MUTLU, Abdullah; Siyasi Partiler ve Seçim (baskıda).
YÜCEL, Mehmet; Okullarımızda Müzik Eğitimi ve Düşündürdükleri; Tercüman
Gazetesi; 25 Mart 1984 Pazar; s. 2.
1900 Yılından 1990'a 20. Yüzyıl Ansiklopedisi (Tercüman Gazetesi). Cumhuriyetin
75 Yılı (Yapı Kredi Bankası).
Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye Ekonomisi (Dünya Gazetesi)
Meydan-Larousse.